25 Eylül 2018 Salı

Benelüks’ün üç kentinde bir hafta

Bu seferki Avrupa seferimde; bürokrasinin Kalesi Brüksel,  kuzeyin masallar kenti Brugge, zenginlerin meskeni Lüksemburg’e doğru uzandım.

Sabah erkenden Amsterdam’dan Benelüks turumun bir diğer durağı olan Brüksel’e hareket ediyorum. Brüksel’e bürokrasinin kalesi desek yanılmış olmayız zira Avrupa birliği ve Nato’nun merkezi bu kente yer alıyor.  Birçok göçmenin yaşadığı Brüksel diğer Avrupa kentlerine kıyasla biraz sevimsiz bir kent.

21 Ağustos 2018 Salı

İspanya’nın soylu kenti Madrid

İspanya İmparatorluğuna yüzyıllarca başkentlik etmiş Madrid tarihi bir kent ama karasal iklimiyle bürokratik bir kent havası onun diğer İspanyol kentlerine göre daha az cazip kılıyor.

Barselona’dan kara yoluyla Madrid’e geçiyorum. Barselona İstanbul’sa Madrid Ankara. İspanya turunda önce Madrid’e sonra Barselona’ya gitmekte fayda var zira doğasıyla, mimarisiyle, Akdeniz iklimiyle  Barselona bambaşka. Madrid’te kaldığım otel merkezin uzağında San Sebastian de Las Reyes’te. Tren ve metroyla kentin kalbinin attığı Sol Meydanı’na ulaşıyorum. On caddenin kesiştiği bu meydanı İspanyollar güneş kapısı olarak adlandırıyorlar.

11 Temmuz 2018 Çarşamba

Münih’te bir Oktoberfest günü

Eylül sonu Almanya’daydım, 177. si düzenlenen dünyaca ünlü bira festivali Oktoberfest’ı Bavyera’lılarla birlikte kutladım. Kutlamalardan önce kısa bir şehir gezisi yaptım.

Sabah üniversite durağı yakınlarında kaldığım otelden çıkıp şehri keyfe başlıyorum, Ludwig caddesi boyunca inip, solumda İtalya Rönesans’ının bir yansıması olan Hofgarten Bahçelerinde bir mola veriyorum, Münih mimarisi Alman kentlerine pek benzemiyor. Köln’deki gibi göğü delen   gibi gotik kiliseler yok,  barok mimarinin etrafı sarıp sarmaladığı yeşil bir kent burası. Almanya’da   yabancı dile gerek duymuyorsunuz zira yolda yürürken illaki bir Türk’e denk geliyorsunuz, Napolyon sayesinde kral olan Max Joseph kentin önemli bir figürü, kendi adinin verildiği caddeden ilerlediğimde ulusal tiyatro önünde Max’ın heykeliyle karşılaşıyorum.

14 Haziran 2018 Perşembe

Bulgaristan Romanya izlenimleri

Bir haftalık yolculuğumda İstanbul’dan karayoluyla Bulgaristan’ın turistik liman kenti Varna’ya doğru uzanıyorum; ardından Balkanların Paris’i Bükreş’in bulvarını arşınlıyorum. Finali ise Bulgaristan’ın Açıkhava müzesi Sofya’da yapıp Filibe üzerinden Türkiye’ye varıyorum.

Yazın veda etmeye başladığı bir sonbahar gecesi  Bulgaristan’a hareket ediyorum. Sabaha karşı dörtte Bulgar sınırında uzun bir kuyruk beni bekliyor. Kırk dakika Türk sınırında kırk dakika Bulgar sınırında bekleyişin ardından dokuzda Burgaz’dayım. Yol boyunca yarım bırakılmış inşaatlar dikkatimi çekiyor, Bulgaristan kara para aklama cenneti, inşaatlara göstermelik başlıyor sonra yarım bırakılıyor ayrıca rüşvet her yerde kol geziyor.
Bulgaristan’dan bahsetmişken 1980’lerde başlayan asimilasyon sonrası 1989’daki Bulgaristan Türklerin göçüne değinmek gerekir. O günleri yaşayanlar, bir günde elinde alabildikleri ne varsa arabalarına koyup yaşadıkları topraklardan göçmek zorunda kalan insanların dramı Türk halkının hafızasına kazanmıştır, pazarda ikinci el eşyalarını satan göçmenlerin manzarasını hafızalardan silinmesi mümkün değil. Günümüzde göçmenlere vatandaşlarını iade edilse de bu yeterli değil zira artık yaşadıkları evlerde Bulgarlar yaşıyor. Bulgarlarda yaşlı nüfus fazla ve Bulgar nüfus hızla azalmakta çingene nüfusu ise artıyor. Yıllar önce Türkleri Bulgarlaşmaya çalışanlar bir gün ülkelerinde azınlıkta kalabilir.

21 Mayıs 2018 Pazartesi

Kızıl Moskova: VDNKh 'dan Kitay Gorad'a

Ertesi sabah erkenden kalkıp soluğu VDNKh alıyorum. Metrodan iner inmez Uzayın Fatihleri anıtı tüm heybetiyle karşımda yükseliyor. VDNKh Sovyetler Birliği’nin ekonomik ve bilimsel başarılarının vitrini olarak tasarlanmış devasa bir propaganda parkı. Sovyetler Birliği’ne bağlı devletlere ait görkemli köşkler arasında dolaşıp ulusların dostluğu çeşmesinde bir hatıra fotoğrafı çektirdikten sonra kent merkezine geri dönüyorum.

Kızıl Moskova: Kurtarıcı İsa Katedralinden Gorky Parkına

Moskova nehrini takip ettiğimde kentin en güzel kiliselerinden birisiyle karşılaşıyorum. Rusların Napolyon’a karşı zaferini taçlandırmak için inşa edilen Kurtarıcı İsa Katedrali Sovyetler döneminde Stalin aynı yerde saray yaptırmak isteyince yerler bir edilmiş. Stalin yapılacak binanın üzerine yüz metrelik dev bir Lenin heykeli de yaptırmak istemiş ama Stalin’in hayali hiçbir zaman gerçekleşmemiş. 1997’de Katedral küllerinden yeniden doğmuş ve Rus halkı aynı yere yeniden görkemli bir katedral inşa etmiş.

Kızıl Moskova: Arbat Ulitsa'dan Poklonnoya tepesine

On beş dakika yürüyüşün ardından tekrar Arbatskaya’dayım. Yol ikiye ayrılıyor, sağdan giden cadde Noviy Abrat (Yeni Abrat), diğeri ise Moskova’nın tarihi caddesi Arbat Ulitsa. Yayalara ayrılmış Arbat Ulitsaya Moskova’nın İstiklal Caddesi desek yanılmış olmayız.
Bu kente gelenler seyyar ressamların, sokak satıcılarının birbiri ardına dizildiği bu caddeyi gezmekten büyük keyif alıyor. Caddenin başına geldiğimde, nerden çıktığı belli olmayan diri rüzgâr lavanta kokularını getiriyor bana, bir buçuk kilometrelik caddenin sonunda ise Puşkin’in evi yer alıyor.

Kızıl Moskova: Lubyanka 'dan Partikler Gölüne

Sola sapıp Lubyanka yönünde ilerliyorum. Lubyanka meydanına vardığımda KGB binasının ürkütücü cephesi karşılıyor. Sanki Chris De Burg’un soğuk savaş döneminden kalma ‘Moonlight and Vodka’ şarkısını işitir gibi oluyorum.

Etraf Kızıl Meydan’ın aksine sakin, in cin top oynuyor desek yeridir. Miyasnitskaya sokağına saptığımda Çin mimarisinden esintiler taşıyan Çay Kofi Magazin, yolun devamında ise zarif Barok gövdesiyle Menşikova Kulesi arz-ı endam ediyor.

Kızıl Moskova: Kremlin'den Bolşoy Tiyatrosuna

Meydandan ayrılıp Alexander bahçeleri yönünde ilerliyorum. Adını I. Alexander’dan alan bu bahçeler turistlerin her daim gözdesi.  Putin, Lenin, Stalin taklidi yapan sokak göstericileri foto çektirip bahşiş toplama telaşında. Putin taklidi yapan oldukça ilgi çekici, birkaç yüz metre ilerde ofiste olan Putin kendisinin bu taklidini görmüş müdür acaba!

Kızıl Moskova: Kızıl Meydan

Çarlık Rusya’sının şaheserleriyle komünist Rusya’nın görkemli yapılarını harmanlayan bir kent Moskova.
Kavurucu sıcakların yaşandığı bir yaz günü geçmişte komünizmin kalesi günümüzde oligarkların meskeni olan kenteyim, Moskova’dayım. Sabah erken uçuşun verdiği yorgunlukla otelde biraz dinlendikten sonra kenti keşfime başlıyorum. Izmailovsky pazarı yakınlarındaki otelimden Kızıl Meydan’a metroyla ulaşmam 20 dakikayı buluyor.
Moskova’nın simgesi Kızıl Meydan (nam-ı diğer Krasnaya Ploşad) yerli, yabancı turistlerin akınına uğramış; birbirinden güzel Rus kızları ise etraftaki kalabalığa aldırmadan Aziz Vasili Katedrali’nin etrafında poz verip, eğleniyorlar.

4 Mayıs 2018 Cuma

İki nehrin buluştuğu kent: Belgrad (4/4) Saint Sava’dan Skadarska'ya

Yemekten sonra Kalenic Pijaca pazarın tezgâhlarında bir tur atıp kalabalığa karışıyorum. Ardından Balkanların en büyük Ortodoks kilisesi Saint Sava’dayım; dış cephesi Ayasofya’yı anımsatan kilisenin içi oldukça sade.

İki nehrin buluştuğu kent: Belgrad (3/4) Meclis Binası'ndan Nikola Tesla Müzesi'ne

Ertesi gün kentin güney bölgelerini keşfe başlıyorum. Otelimin hemen arkasında küçük bir park, onun karşında ise at heykelleriyle süslenmiş meclis binası yer alıyor. Bir zamanlar Obrenovic Hanedanlığının ikametgâhı olan Saray günümüzde belediye binası olarak faaliyet gösteriyor. Milosevic’i deviren protestolara sahne olmuş bu mekânın önündeki iki heykel insanoğlunun ata karşı zaferini sembolize etmekte. Terazije’yi Slavija’ya bağlayan Kralja Milan Bulvarı yürümesi keyifli bir diğer bulvar. Ayrıca iki no’lu tramvay kentin görülmeye değer yerlerini gezmek için biçilmiş kaftan.

İki nehrin buluştuğu kent: Belgrad (2/4) Kalemegdan'dan Zemun'a

Bir sonraki durağım ise Tuna ve Sava nehirlerinin birleşim noktasındaki tepeye kurulmuş, surlarla çevrili Kalemegdan. Kosova Savaşı’nın ardından, Sırp bölgeleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun eline geçmeye başlamış ve dört yüz yıl boyunca Osmanlı hâkimiyetinde kalan Sırpların Bosna savaşı ve tarihsel nedenlerle Türklerde olumsuz bir imajı olsa da kültürleri bize çok yakın. Dünya dilleri arasında en çok Türkçe kelime barındıran dillerden birisi Sırpça‘da dokuz bin Türkçe kelime bulunurken, üç bini günlük hayatta kullanılıyor. Helal, lokum, komşu, börek, haydi bu kelimelerin sadece birkaçı.

İki nehrin buluştuğu kent: Belgrad (1/4) Terazije'den Strahinjića Bana'ya

Tuna ve Sava nehirlerinin birbirlerine sarıldığı düzlükte kurulu Belgrad sevimli bir Balkan kenti.
 
İlkbaharın veda edip yazın kendisini hissettirmeye başladığı bir günde İstanbul’dan Belgrad’a doğru yola koyuluyorum. Bir saat yirmi dakikalık uçuşun ardından Nikola Tesla havalimanındayım. Birçok ülkede havalimanı, meydan isimleri siyasetçi ya da generallerden verilirken Belgrad’ın havalimanına isim olarak bilim ve teknoloji dünyasının yapısını kökünden değiştiren buluşlara imza atmış dâhi bilim adamı Tesla’nın verilmesi takdire şayan.

Balkanların efsanevi lezzeti: Pleskavitsa

Yolu Belgrad’a düşenlere harika bir pleskavitsa için rotalarını Lovac’a çevirmelerini tavsiye ederim.

Belgrad’ı ziyaretimin ikinci günü şehrin güney bölgelerini keşfe başlıyorum. Kral Aleksandra Bulvarı üzerindeki Bizans mimarisinden esintiler taşıyan St. Mark Kilisesini selamlayıp ve Tasmajdan parkına varıyorum. Buralara kadar gelmişken bilim ve teknoloji yapısını kökünden değiştiren birçok buluşa imza atmış Nikola Tesla’nın müzesine gitmeden dönmek olmaz diyerek müzeye adım atıyorum. Kablosuz elektrik deneylerin yapıldığı müzede zaman su gibi akıp geçiyor.

30 Mart 2018 Cuma

Times Square: Gökdelenler diyarı Manhattan-13

Manhattan’ın ana caddesi 5th Avenue boyunca inci gibi dizilen dünyaca ünlü butiklerin vitrinlerine bir göz attıktan sonra Times Square’e doğru yola koyuluyorum. New York’un dünyaca ünlü kavşağındaki 25 katlı dev kule neon cümbüşü Broadway ışıkları arasından göğe yükseliyor. Meydanın dört bir yanına yerleştirilmiş reklam panolarında reklamlar akıp gidiyor. Caddedeki turistler elektronik haber ekranında gündemi takip edip sohbetlerini koyulaştırırken, piyasanın nabzını tutanların gözü ise Nasdaq binasındaki ekranda.

Empire State: Gökdelenler diyarı Manhattan-12


19. yüzyıl sonunda asansörlerin keşfi ve çelik konstrüksiyonların gelişimi gökdelenlerin inşasına olanak sağlamış, toprağın pahalı olduğu Chicago ve New York City gibi kentlerde devasa yapılar birbiri ardına yükselmeye başlamış.  Gökdelenlerin gölgesi sokakları karartmasın diye gökdelenlerin üst katlarına kademelendirme zorunluluğu getirilince Amerikalılar düğün pastası mimarili gökdelenlerle donatmışlar kentin dört bir yanını. ABD’de yüksekliği 153 metre (500 ft) ve üzeri olan binalar gökdelen olarak kabul ediliyor. Bir gökdelenler kentindeyim. NYC’de 153 üzerinde iki yüz sekiz bina var, bunların çoğu Midtown ve Lower Manhattan’a kümelenmiş durumda. Gökdelenlerden biri hiç kuşkusuz sadece Manhattan’ın değil tüm dünyanın en ünlüsü: Empire State.

Chelsea'den Herald Square’e: Gökdelenler diyarı Manhattan-11

23. cadde boyunca ilerleyerek Chelsea’ye varıyorum. Birçok edebiyatçı ve sanatçıya ev sahipliği yapmış Chelsea Hotel kent tarihinin önemli bir kilometre taşı. Sınırsız özgürlüklerin yaşandığı enterasan bir kent New York. Kentin sokaklarında bira içmek yasakken Chelsea sokaklarında uyuşturucu içip volta atanlara aldıran yok!

Madison Square’de alışveriş ve pizza molası: Gökdelenler diyarı Manhattan-10

Greenmarket’ten Broadway boyunca ilerleyerek Madison Square’e ulaşıyorum. Meydandaki Flatiron Building nam-ı diğer ütü bina göz kamaştırıyor. İnşasından sonra birçok kişinin yıkılacağı düşündüğü Flatiron tuhaf mimarisiyle 23. caddedeki şiddetli rüzgârların kaynağı olmuş.  Rüzgârdan ne çıkar demeyin zira işin matrak bir tarafı var. Caddeden geçen hanımların eteklerini uçuşturan bu muzur rüzgâr halkta kargaşaya neden olmuş,  23 skidoo deyimi hala esprilere konu olmakta.
Madison Square üzerinden yükselen MetLife Tower (Metropolitan Life Insurance Company Building) altın piramit çatısı ile kentin gece siluetinin belirgin bir öğesi. Venedik St Mark Çan kulesinden esinlenerek yapılan bu göz alıcı saat kulesi sönmeyen ışığıyla, şirketin sembolü olmuş.  MetLife Tower’ın çaprazında ise zarif One Madison Park binası yer almakta. İngiltere’deki Salisbury katedrali’nden esinlenerek inşa edilen New York Life Insurance Company Building de meydandaki bir diğer ilgi çekici yapı. Bir meydanda iki sigorta şirketi gökdeleni, sigorta şirketleri ABD’de iyi para kazanıyor olsa gerek!

22 Mart 2018 Perşembe

Soho'dan Greenmarket'e: Gökdelenler diyarı Manhattan-9

Yemeğin ardından Soho’yu turlamaya başlıyorum. Houston caddesinin güneyinde kalan bu semti kent halkı kısaca bu Soho (South of Houston) diye adlandırıyor. Village’ın ticarileşmesinden sonra kiralarını karşılayamayan sanatçılar Soho’nun terk edilmiş tavan aralarını mesken bellemişler. Şık butiklerin, sanat galerilerinin sıralandığı Soho sokaklarında bohem tavrın kültürel ayak sesleri hâlâ yankılanmakta.

Village'de bir öğlen: Gökdelenler diyarı Manhattan-8

Ertesi gün gezime Greenwich Village ile başlıyorum; I. Dünya savaşından sonra sanatçıların mesken tuttuğu, bohemliğiyle ünlü bu semt New York’un karmaşasından uzak kalmış bir sığınak gibi. Kent halkı buraya kısaca Village diyor. Sıralı güzel evler, yemyeşil avlular ve gizli sokakların yer aldığı Village geçmişte caz müzisyenlerine, Bob Dylan gibi pop idollerine ev sahipliği yapmış.

Lower East Side’dan East Village: Gökdelenler diyarı Manhattan-7

           Little Italy gezintisinin ardından Orta Avrupa göçmenlerinin meskeni Lower East Side’a yöneliyorum. Demir merdivenli evlerin süslediği Orchard Street bölgenin en işlek caddelerinden. Adını De Lance’in bahçesindeki orkidelerden alan Orchart caddesindeki ucuz eşya satan dükkânları, meşhur turşucu Guss Pickles, Ludlow Street ve Avrupa’dan gelen Yahudilerin ilk ibadethanelerinden Eldridge sinagogu bu semtin ilgi çekici adreslerinden sadece bir kaçı.

7 Şubat 2018 Çarşamba

China Town'dan Little Italy’e: Gökdelenler diyarı Manhattan-6

Manhattan’ın büyüsü insanları kucaklıyor, zaman burada su gibi akıp geçiyor. Brooklyn köprüsü turumun ardından China Town’a doğru yola koyuluyorum. Lafayette caddesindeki Fransız şatolarını andıran Engine Company binasını selamlayıp China Town’a varıyorum.
Birçok kültürün bir potada eridiği bir şehirdeyim. Geleneklerini ve mutfak kültürlerini günümüze kadar yaşatmayı başarmış kentin iki önemli etnik grubunun yaşadığı Chinatown Little Italy bu kozmopolitliğin en belirgin örneği. Chinatown’daki Çinli nüfüs her geçen gün artıyor. Spring, Canal street arasına sıkışan Little Italy ise turistlik bir bölgeye dönüşmüş.

Civic Center’den Brooklyn köprüsüne: Gökdelenler diyarı Manhattan-5

Michelin yıldızlı lezzet şöleninin ardından Civic Center’e geri dönüyorum. Broadway boyunca Woolworth Building’in görkemli manzarası bana eşlik ediyor. Londra’daki House of Parliament’den esinlenerek inşa edilmiş, ticaretin katedrali olarak anılan Woolworth gotik süslemeleriyle göz kamaştırıcı bir güzelliğe sahip. 5 cent’e ürünler satarak perakendecilikte devrim yapan Woolworth’un yaptırdığı binanın girişindeki ihtişam; buranın Manhattan’ın en güzel gökdelenlerinden biri olduğunun açık kanıtı.


Ground Zero’dan South Street Seaport’a: Gökdelenler diyarı Manhattan-4

           Feribot gezisinden sonra Broadway boyunca ilerliyorum. Manhattan muhteşem gökdelenleri, göz alıcı Broadway ışıkları, sanatsal zenginliklerle dolu müzelerinin yanında devasa alışveriş merkezleriyle de turistlere hitap ediyor. Saatlerce alışveriş yapmak için bu kente gelenlerin sayısı hiç az değil.

Yeni dünyaya açılan pencere Özgürlük Heykeli: Gökdelenler diyarı Manhattan-3

Sahil tarafına doğru yönelip iskelede bekleyen feribota atlayıp soluğu Staten Island’da alıyorum. Özgürlük Heykeli’ne (Statue of Liberty) giden ücretli tekneler var ama ücretsiz Staten Island feribotu Statue of Liberty’nin yanından geçip eşsiz bir manzara sunuyor. Staten Island’a vardığınızda adadan indi-bindi yaparak beklemeden tekrar Manhattan’a dönmek mümkün. Gidiş-dönüş bir saat süren bu keyifli yolculuk New York gezisinin olmazsa olmazlarından.
 
Amerika’nın bağımsızlığının 100. yılında Fransız hükümetinin hediyesi olan Bartholdi’nin eseri Özgürlük Heykeli Eski Dünya’dan Yeni Dünya’ya büyük hayallerle yelken açan göçmenlerin ilk gördükleri manzara olmuş. Son birkaç yüzyılda bu topraklar savaş, işsizlik gibi çeşitli sorunlardan vatanlarını terk etmek zorunda kalan topluluklara kucak açmış. Böylelikle New York City; yüzden fazla milletten insanın özgürce yaşadığı kozmopolit bir kente dönüşmüş.

26 Ocak 2018 Cuma

Zenginlik ve ihtirasın sembolü Wall Street: Gökdelenler diyarı Manhattan-2

 
           Amerika’nın gerçek sahipleri Kızılderililerin dünyasında kısa bir yolculuk yaptıktan sonra Broadway’i arşınlamaya başlıyorum. Amerikalılar ekonomik krizlerde ülke ekonomisinin sağlam duruşunu betimlemek için Broadway’in başına bir boğa heykeli dikmişler. Borsa jargonunda piyasadaki gelişmelere kötümser olanlar ayı, iyimserler ise boğa olarak sınıflandırılıyor. Ayılar piyasa düşerken alım yapıyor, yükselişte ise uykuda bekliyorlar. Boğalar ise tahmin edileceği üzere yükselirken saldırıyor ve alım yapıyorlar.  

Lower Manhattan'da Kızılderililerin izini sürüyorum: Gökdelenler diyarı Manhattan-1

Geçmişte Avrupa’dan Yeni Dünya’ya büyük hayallerle yelken açan göçmenleri kucaklayan Manhattan; günümüzde muhteşem gökdelenleri, göz alıcı Broadway ışıkları ve sanatsal zenginliklere bezenmiş müzeleriyle mükemmel bir tatil vaat ediyor.
Yazın yavaş yavaş veda edip, güz yapraklarının dökülmeye başladığı bir sonbahar günü New York’tayım. On saatlik uçuş, iki saatlik pasaport kuyruğunun ardından internetten ayarladığım NYAS servisiyle Manhattan’a doğru yola koyuluyorum.
New York’ta İstanbul’u aratmayan bir trafik yoğunluğu var. Neyse ki çılgın bir şoföre denk geliyorum, arabayı kural tanımaksızın kullanıyor ve yarım saatte Grand Central Terminal’e varıyorum. 51. caddedeki otele varmam gece yarısını bulunca şehrin keşfini ertesi güne bırakıyorum.