30 Aralık 2018 Pazar
25 Eylül 2018 Salı
Benelüks’ün üç kentinde bir hafta
Bu
seferki Avrupa seferimde; bürokrasinin Kalesi Brüksel, kuzeyin masallar kenti Brugge, zenginlerin
meskeni Lüksemburg’e doğru uzandım.
Sabah erkenden Amsterdam’dan Benelüks turumun bir diğer durağı olan Brüksel’e hareket ediyorum. Brüksel’e bürokrasinin kalesi desek yanılmış olmayız zira Avrupa birliği ve Nato’nun merkezi bu kente yer alıyor. Birçok göçmenin yaşadığı Brüksel diğer Avrupa kentlerine kıyasla biraz sevimsiz bir kent.
21 Ağustos 2018 Salı
İspanya’nın soylu kenti Madrid
İspanya
İmparatorluğuna yüzyıllarca başkentlik etmiş Madrid tarihi bir kent ama karasal
iklimiyle bürokratik bir kent havası onun diğer İspanyol kentlerine göre daha
az cazip kılıyor.
Barselona’dan kara
yoluyla Madrid’e geçiyorum. Barselona İstanbul’sa Madrid Ankara. İspanya
turunda önce Madrid’e sonra Barselona’ya gitmekte fayda var zira doğasıyla,
mimarisiyle, Akdeniz iklimiyle Barselona
bambaşka. Madrid’te kaldığım otel
merkezin uzağında San Sebastian de Las Reyes’te. Tren ve metroyla kentin
kalbinin attığı Sol Meydanı’na ulaşıyorum. On caddenin kesiştiği bu meydanı İspanyollar
güneş kapısı olarak adlandırıyorlar.
Etiketler:
Cervantes,
ispanya,
madrid,
Plaza Mayor,
retiro
11 Temmuz 2018 Çarşamba
Münih’te bir Oktoberfest günü
Eylül
sonu Almanya’daydım, 177. si düzenlenen dünyaca ünlü bira festivali
Oktoberfest’ı Bavyera’lılarla birlikte kutladım. Kutlamalardan önce kısa bir
şehir gezisi yaptım.
Sabah üniversite
durağı yakınlarında kaldığım otelden çıkıp şehri keyfe başlıyorum, Ludwig
caddesi boyunca inip, solumda İtalya Rönesans’ının bir yansıması olan Hofgarten
Bahçelerinde bir mola veriyorum, Münih mimarisi Alman kentlerine pek
benzemiyor. Köln’deki gibi göğü delen gibi gotik kiliseler yok, barok mimarinin etrafı sarıp sarmaladığı yeşil
bir kent burası. Almanya’da yabancı dile gerek duymuyorsunuz zira yolda yürürken
illaki bir Türk’e denk geliyorsunuz, Napolyon sayesinde kral olan Max Joseph
kentin önemli bir figürü, kendi adinin verildiği caddeden ilerlediğimde ulusal
tiyatro önünde Max’ın heykeliyle karşılaşıyorum.
14 Haziran 2018 Perşembe
Bulgaristan Romanya izlenimleri
Bir haftalık yolculuğumda İstanbul’dan karayoluyla
Bulgaristan’ın turistik liman kenti Varna’ya doğru uzanıyorum; ardından
Balkanların Paris’i Bükreş’in bulvarını arşınlıyorum. Finali ise Bulgaristan’ın
Açıkhava müzesi Sofya’da yapıp Filibe üzerinden Türkiye’ye varıyorum.
Yazın veda
etmeye başladığı bir sonbahar gecesi Bulgaristan’a hareket ediyorum. Sabaha karşı
dörtte Bulgar sınırında uzun bir kuyruk beni bekliyor. Kırk dakika Türk
sınırında kırk dakika Bulgar sınırında bekleyişin ardından dokuzda
Burgaz’dayım. Yol boyunca yarım bırakılmış inşaatlar dikkatimi çekiyor,
Bulgaristan kara para aklama cenneti, inşaatlara göstermelik başlıyor sonra
yarım bırakılıyor ayrıca rüşvet her yerde kol geziyor.
Bulgaristan’dan
bahsetmişken 1980’lerde başlayan asimilasyon sonrası 1989’daki Bulgaristan
Türklerin göçüne değinmek gerekir. O günleri yaşayanlar, bir günde elinde
alabildikleri ne varsa arabalarına koyup yaşadıkları topraklardan göçmek
zorunda kalan insanların dramı Türk halkının hafızasına kazanmıştır, pazarda
ikinci el eşyalarını satan göçmenlerin manzarasını hafızalardan silinmesi mümkün
değil. Günümüzde göçmenlere vatandaşlarını iade edilse de bu yeterli değil zira
artık yaşadıkları evlerde Bulgarlar yaşıyor. Bulgarlarda yaşlı nüfus fazla ve
Bulgar nüfus hızla azalmakta çingene nüfusu ise artıyor. Yıllar önce Türkleri
Bulgarlaşmaya çalışanlar bir gün ülkelerinde azınlıkta kalabilir.
21 Mayıs 2018 Pazartesi
Kızıl Moskova: VDNKh 'dan Kitay Gorad'a
Ertesi sabah erkenden kalkıp soluğu VDNKh
alıyorum. Metrodan iner inmez Uzayın Fatihleri anıtı tüm heybetiyle karşımda yükseliyor.
VDNKh Sovyetler Birliği’nin ekonomik ve bilimsel başarılarının vitrini olarak
tasarlanmış devasa bir propaganda parkı. Sovyetler Birliği’ne bağlı devletlere
ait görkemli köşkler arasında dolaşıp ulusların dostluğu çeşmesinde bir hatıra
fotoğrafı çektirdikten sonra kent merkezine geri dönüyorum.
Kızıl Moskova: Kurtarıcı İsa Katedralinden Gorky Parkına
Moskova nehrini takip ettiğimde kentin en güzel kiliselerinden
birisiyle karşılaşıyorum. Rusların Napolyon’a karşı zaferini taçlandırmak için
inşa edilen Kurtarıcı
İsa Katedrali Sovyetler döneminde Stalin aynı yerde saray yaptırmak isteyince
yerler bir edilmiş. Stalin yapılacak binanın üzerine yüz metrelik dev bir Lenin
heykeli de yaptırmak istemiş ama Stalin’in hayali hiçbir zaman gerçekleşmemiş.
1997’de Katedral küllerinden yeniden doğmuş ve Rus halkı aynı yere yeniden
görkemli bir katedral inşa etmiş.
Kızıl Moskova: Arbat Ulitsa'dan Poklonnoya tepesine
On beş dakika yürüyüşün ardından tekrar Arbatskaya’dayım. Yol
ikiye ayrılıyor, sağdan giden cadde Noviy Abrat (Yeni Abrat), diğeri ise
Moskova’nın tarihi caddesi Arbat Ulitsa. Yayalara ayrılmış Arbat Ulitsaya
Moskova’nın İstiklal Caddesi desek yanılmış olmayız.
Bu kente gelenler seyyar
ressamların, sokak satıcılarının birbiri ardına dizildiği bu caddeyi gezmekten
büyük keyif alıyor. Caddenin başına geldiğimde, nerden çıktığı belli olmayan
diri rüzgâr lavanta kokularını getiriyor bana, bir buçuk kilometrelik caddenin
sonunda ise Puşkin’in evi yer alıyor.
Kızıl Moskova: Lubyanka 'dan Partikler Gölüne
Sola
sapıp Lubyanka yönünde ilerliyorum. Lubyanka meydanına vardığımda KGB binasının
ürkütücü cephesi karşılıyor. Sanki Chris De Burg’un soğuk savaş döneminden
kalma ‘Moonlight and Vodka’ şarkısını
işitir gibi oluyorum.
Etraf Kızıl Meydan’ın aksine sakin, in cin top oynuyor desek yeridir. Miyasnitskaya sokağına saptığımda Çin mimarisinden esintiler taşıyan Çay Kofi Magazin, yolun devamında ise zarif Barok gövdesiyle Menşikova Kulesi arz-ı endam ediyor.
Kızıl Moskova: Kremlin'den Bolşoy Tiyatrosuna
Meydandan ayrılıp Alexander bahçeleri yönünde ilerliyorum.
Adını I. Alexander’dan alan bu bahçeler turistlerin her daim gözdesi. Putin, Lenin, Stalin taklidi yapan sokak
göstericileri foto çektirip bahşiş toplama telaşında. Putin taklidi yapan
oldukça ilgi çekici, birkaç yüz metre ilerde ofiste olan Putin kendisinin bu
taklidini görmüş müdür acaba!
Kızıl Moskova: Kızıl Meydan
Çarlık Rusya’sının
şaheserleriyle komünist Rusya’nın görkemli yapılarını harmanlayan bir kent
Moskova.
Kavurucu sıcakların yaşandığı bir yaz günü geçmişte komünizmin kalesi
günümüzde oligarkların meskeni olan kenteyim, Moskova’dayım. Sabah erken uçuşun
verdiği yorgunlukla otelde biraz dinlendikten sonra kenti keşfime başlıyorum. Izmailovsky pazarı yakınlarındaki
otelimden Kızıl Meydan’a metroyla ulaşmam 20 dakikayı buluyor.
Moskova’nın simgesi Kızıl Meydan (nam-ı diğer Krasnaya Ploşad) yerli, yabancı
turistlerin akınına uğramış; birbirinden güzel Rus kızları ise etraftaki
kalabalığa aldırmadan Aziz Vasili Katedrali’nin etrafında poz verip, eğleniyorlar.
4 Mayıs 2018 Cuma
İki nehrin buluştuğu kent: Belgrad (4/4) Saint Sava’dan Skadarska'ya
Yemekten sonra Kalenic Pijaca pazarın tezgâhlarında bir
tur atıp kalabalığa karışıyorum. Ardından Balkanların en büyük Ortodoks
kilisesi Saint Sava’dayım; dış cephesi Ayasofya’yı anımsatan kilisenin içi
oldukça sade.
İki nehrin buluştuğu kent: Belgrad (3/4) Meclis Binası'ndan Nikola Tesla Müzesi'ne
Ertesi gün kentin güney bölgelerini keşfe başlıyorum. Otelimin
hemen arkasında küçük bir park, onun karşında ise at heykelleriyle süslenmiş meclis
binası yer alıyor. Bir zamanlar Obrenovic Hanedanlığının ikametgâhı olan Saray
günümüzde belediye binası olarak faaliyet gösteriyor. Milosevic’i deviren
protestolara sahne olmuş bu mekânın önündeki iki heykel insanoğlunun ata karşı
zaferini sembolize etmekte. Terazije’yi Slavija’ya bağlayan Kralja Milan
Bulvarı yürümesi keyifli bir diğer bulvar. Ayrıca iki no’lu tramvay kentin
görülmeye değer yerlerini gezmek için biçilmiş kaftan.
İki nehrin buluştuğu kent: Belgrad (2/4) Kalemegdan'dan Zemun'a
Bir sonraki durağım ise Tuna ve Sava nehirlerinin
birleşim noktasındaki tepeye kurulmuş, surlarla çevrili Kalemegdan. Kosova
Savaşı’nın ardından, Sırp bölgeleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun eline geçmeye
başlamış ve dört yüz yıl boyunca Osmanlı hâkimiyetinde kalan Sırpların Bosna
savaşı ve tarihsel nedenlerle Türklerde olumsuz bir imajı olsa da kültürleri
bize çok yakın. Dünya dilleri arasında en çok Türkçe kelime barındıran
dillerden birisi Sırpça‘da dokuz bin Türkçe kelime bulunurken, üç bini günlük
hayatta kullanılıyor. Helal, lokum, komşu, börek, haydi bu kelimelerin sadece
birkaçı.
İki nehrin buluştuğu kent: Belgrad (1/4) Terazije'den Strahinjića Bana'ya
Tuna ve Sava
nehirlerinin birbirlerine sarıldığı düzlükte kurulu Belgrad sevimli bir Balkan
kenti.
İlkbaharın veda edip yazın kendisini hissettirmeye
başladığı bir günde İstanbul’dan Belgrad’a doğru yola koyuluyorum. Bir saat
yirmi dakikalık uçuşun ardından Nikola Tesla havalimanındayım. Birçok ülkede
havalimanı, meydan isimleri siyasetçi ya da generallerden verilirken Belgrad’ın
havalimanına isim olarak bilim ve teknoloji dünyasının yapısını kökünden
değiştiren buluşlara imza atmış dâhi bilim adamı Tesla’nın verilmesi takdire
şayan.
Balkanların efsanevi lezzeti: Pleskavitsa
Yolu Belgrad’a düşenlere harika bir pleskavitsa için rotalarını Lovac’a çevirmelerini tavsiye ederim.
Belgrad’ı ziyaretimin ikinci günü şehrin güney bölgelerini keşfe başlıyorum. Kral Aleksandra Bulvarı üzerindeki Bizans mimarisinden esintiler taşıyan St. Mark Kilisesini selamlayıp ve Tasmajdan parkına varıyorum. Buralara kadar gelmişken bilim ve teknoloji yapısını kökünden değiştiren birçok buluşa imza atmış Nikola Tesla’nın müzesine gitmeden dönmek olmaz diyerek müzeye adım atıyorum. Kablosuz elektrik deneylerin yapıldığı müzede zaman su gibi akıp geçiyor.
30 Mart 2018 Cuma
Times Square: Gökdelenler diyarı Manhattan-13
Manhattan’ın ana caddesi 5th Avenue boyunca inci
gibi dizilen dünyaca ünlü butiklerin vitrinlerine bir göz attıktan sonra Times
Square’e doğru yola koyuluyorum. New York’un dünyaca ünlü kavşağındaki 25 katlı
dev kule neon cümbüşü Broadway ışıkları arasından göğe yükseliyor. Meydanın
dört bir yanına yerleştirilmiş reklam panolarında reklamlar akıp gidiyor. Caddedeki
turistler elektronik haber ekranında gündemi takip edip sohbetlerini
koyulaştırırken, piyasanın nabzını tutanların gözü ise Nasdaq binasındaki ekranda.
Empire State: Gökdelenler diyarı Manhattan-12
19. yüzyıl sonunda asansörlerin keşfi ve çelik
konstrüksiyonların gelişimi gökdelenlerin inşasına olanak sağlamış, toprağın
pahalı olduğu Chicago ve New York City gibi kentlerde devasa yapılar birbiri
ardına yükselmeye başlamış. Gökdelenlerin
gölgesi sokakları karartmasın diye gökdelenlerin üst katlarına kademelendirme
zorunluluğu getirilince Amerikalılar düğün pastası mimarili gökdelenlerle
donatmışlar kentin dört bir yanını. ABD’de yüksekliği 153 metre (500 ft ) ve üzeri olan binalar gökdelen olarak kabul ediliyor. Bir gökdelenler kentindeyim. NYC’de 153 üzerinde iki yüz sekiz bina var, bunların çoğu Midtown ve Lower Manhattan’a kümelenmiş durumda. Gökdelenlerden biri hiç kuşkusuz sadece Manhattan’ın değil tüm dünyanın en ünlüsü: Empire State.
Chelsea'den Herald Square’e: Gökdelenler diyarı Manhattan-11
23. cadde boyunca ilerleyerek Chelsea’ye varıyorum.
Birçok edebiyatçı ve sanatçıya ev sahipliği yapmış Chelsea Hotel kent tarihinin
önemli bir kilometre taşı. Sınırsız özgürlüklerin yaşandığı enterasan bir kent
New York. Kentin sokaklarında bira içmek yasakken Chelsea sokaklarında
uyuşturucu içip volta atanlara aldıran yok!
Madison Square’de alışveriş ve pizza molası: Gökdelenler diyarı Manhattan-10
Greenmarket’ten Broadway boyunca ilerleyerek Madison
Square’e ulaşıyorum. Meydandaki Flatiron Building nam-ı diğer ütü bina göz
kamaştırıyor. İnşasından sonra birçok kişinin yıkılacağı düşündüğü Flatiron
tuhaf mimarisiyle 23. caddedeki şiddetli rüzgârların kaynağı olmuş. Rüzgârdan ne çıkar demeyin zira işin matrak bir
tarafı var. Caddeden geçen hanımların eteklerini uçuşturan bu muzur rüzgâr halkta
kargaşaya neden olmuş, 23 skidoo deyimi hala
esprilere konu olmakta.
Madison Square üzerinden yükselen MetLife Tower (Metropolitan
Life Insurance Company Building) altın piramit çatısı ile kentin gece
siluetinin belirgin bir öğesi. Venedik St Mark Çan kulesinden esinlenerek yapılan
bu göz alıcı saat kulesi sönmeyen ışığıyla, şirketin sembolü olmuş. MetLife Tower’ın çaprazında ise zarif One
Madison Park binası yer almakta. İngiltere’deki Salisbury katedrali’nden
esinlenerek inşa edilen New York Life Insurance Company Building de meydandaki
bir diğer ilgi çekici yapı. Bir meydanda iki sigorta şirketi gökdeleni, sigorta
şirketleri ABD’de iyi para kazanıyor olsa gerek!
22 Mart 2018 Perşembe
Soho'dan Greenmarket'e: Gökdelenler diyarı Manhattan-9
Yemeğin ardından Soho’yu turlamaya başlıyorum. Houston
caddesinin güneyinde kalan bu semti kent halkı kısaca bu Soho (South of
Houston) diye adlandırıyor. Village’ın ticarileşmesinden sonra kiralarını
karşılayamayan sanatçılar Soho’nun terk edilmiş tavan aralarını mesken
bellemişler. Şık butiklerin, sanat galerilerinin sıralandığı Soho sokaklarında
bohem tavrın kültürel ayak sesleri hâlâ yankılanmakta.
Village'de bir öğlen: Gökdelenler diyarı Manhattan-8
Ertesi gün gezime Greenwich Village ile başlıyorum; I. Dünya savaşından sonra sanatçıların
mesken tuttuğu, bohemliğiyle ünlü bu semt New York’un karmaşasından uzak kalmış
bir sığınak gibi. Kent halkı buraya kısaca Village diyor. Sıralı güzel evler,
yemyeşil avlular ve gizli sokakların yer aldığı Village geçmişte caz
müzisyenlerine, Bob Dylan gibi pop idollerine ev sahipliği yapmış.
Lower East Side’dan East Village: Gökdelenler diyarı Manhattan-7
Little Italy gezintisinin ardından
Orta Avrupa göçmenlerinin meskeni Lower East Side’a yöneliyorum. Demir merdivenli
evlerin süslediği Orchard Street bölgenin en işlek caddelerinden. Adını De
Lance’in bahçesindeki orkidelerden alan Orchart caddesindeki ucuz eşya satan dükkânları,
meşhur turşucu Guss Pickles, Ludlow Street ve Avrupa’dan gelen Yahudilerin ilk
ibadethanelerinden Eldridge sinagogu bu semtin ilgi çekici adreslerinden sadece
bir kaçı.
7 Şubat 2018 Çarşamba
China Town'dan Little Italy’e: Gökdelenler diyarı Manhattan-6
Manhattan’ın büyüsü insanları
kucaklıyor, zaman burada su gibi akıp geçiyor. Brooklyn köprüsü turumun
ardından China Town’a doğru yola koyuluyorum. Lafayette caddesindeki Fransız
şatolarını andıran Engine Company binasını selamlayıp China Town’a varıyorum.
Birçok kültürün bir potada eridiği
bir şehirdeyim. Geleneklerini ve mutfak kültürlerini günümüze kadar yaşatmayı
başarmış kentin iki önemli etnik grubunun yaşadığı Chinatown Little Italy bu
kozmopolitliğin en belirgin örneği. Chinatown’daki Çinli nüfüs her geçen gün
artıyor. Spring, Canal street arasına sıkışan Little Italy ise turistlik bir
bölgeye dönüşmüş.
Civic Center’den Brooklyn köprüsüne: Gökdelenler diyarı Manhattan-5
Michelin yıldızlı
lezzet şöleninin ardından
Civic Center’e geri dönüyorum. Broadway boyunca Woolworth Building’in görkemli
manzarası bana eşlik ediyor. Londra’daki House of Parliament’den esinlenerek
inşa edilmiş, ticaretin katedrali olarak anılan Woolworth gotik süslemeleriyle
göz kamaştırıcı bir güzelliğe sahip. 5 cent’e ürünler satarak perakendecilikte
devrim yapan Woolworth’un yaptırdığı binanın girişindeki ihtişam; buranın Manhattan’ın
en güzel gökdelenlerinden biri olduğunun açık kanıtı.
Yeni dünyaya açılan pencere Özgürlük Heykeli: Gökdelenler diyarı Manhattan-3
Sahil tarafına doğru yönelip
iskelede bekleyen feribota atlayıp soluğu Staten Island’da alıyorum. Özgürlük
Heykeli’ne (Statue of Liberty) giden ücretli tekneler var ama ücretsiz Staten
Island feribotu Statue of Liberty’nin yanından geçip eşsiz bir manzara sunuyor.
Staten Island’a vardığınızda adadan indi-bindi yaparak beklemeden tekrar
Manhattan’a dönmek mümkün. Gidiş-dönüş bir saat süren bu keyifli yolculuk New
York gezisinin olmazsa olmazlarından.
Amerika’nın bağımsızlığının 100. yılında Fransız hükümetinin hediyesi olan Bartholdi’nin eseri Özgürlük Heykeli Eski Dünya’dan Yeni Dünya’ya büyük hayallerle yelken açan göçmenlerin ilk gördükleri manzara olmuş. Son birkaç yüzyılda bu topraklar savaş, işsizlik gibi çeşitli sorunlardan vatanlarını terk etmek zorunda kalan topluluklara kucak açmış. Böylelikle New York City; yüzden fazla milletten insanın özgürce yaşadığı kozmopolit bir kente dönüşmüş.
26 Ocak 2018 Cuma
Zenginlik ve ihtirasın sembolü Wall Street: Gökdelenler diyarı Manhattan-2
Amerika’nın gerçek sahipleri Kızılderililerin dünyasında kısa bir yolculuk yaptıktan sonra Broadway’i arşınlamaya başlıyorum. Amerikalılar ekonomik krizlerde ülke ekonomisinin sağlam duruşunu betimlemek için Broadway’in başına bir boğa heykeli dikmişler. Borsa jargonunda piyasadaki gelişmelere kötümser olanlar ayı, iyimserler ise boğa olarak sınıflandırılıyor. Ayılar piyasa düşerken alım yapıyor, yükselişte ise uykuda bekliyorlar. Boğalar ise tahmin edileceği üzere yükselirken saldırıyor ve alım yapıyorlar.
Lower Manhattan'da Kızılderililerin izini sürüyorum: Gökdelenler diyarı Manhattan-1
Geçmişte Avrupa’dan Yeni Dünya’ya büyük hayallerle yelken açan göçmenleri kucaklayan Manhattan; günümüzde muhteşem gökdelenleri, göz alıcı Broadway ışıkları ve sanatsal zenginliklere bezenmiş müzeleriyle mükemmel bir tatil vaat ediyor.
Yazın yavaş yavaş veda edip, güz yapraklarının dökülmeye başladığı bir sonbahar günü New York’tayım. On saatlik uçuş, iki saatlik pasaport kuyruğunun ardından internetten ayarladığım NYAS servisiyle Manhattan’a doğru yola koyuluyorum.
New York’ta İstanbul’u aratmayan bir trafik yoğunluğu var. Neyse ki çılgın bir şoföre denk geliyorum, arabayı kural tanımaksızın kullanıyor ve yarım saatte Grand Central Terminal’e varıyorum. 51. caddedeki otele varmam gece yarısını bulunca şehrin keşfini ertesi güne bırakıyorum.
New York’ta İstanbul’u aratmayan bir trafik yoğunluğu var. Neyse ki çılgın bir şoföre denk geliyorum, arabayı kural tanımaksızın kullanıyor ve yarım saatte Grand Central Terminal’e varıyorum. 51. caddedeki otele varmam gece yarısını bulunca şehrin keşfini ertesi güne bırakıyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)