Yemeğin ardından Soho’yu turlamaya başlıyorum. Houston
caddesinin güneyinde kalan bu semti kent halkı kısaca bu Soho (South of
Houston) diye adlandırıyor. Village’ın ticarileşmesinden sonra kiralarını
karşılayamayan sanatçılar Soho’nun terk edilmiş tavan aralarını mesken
bellemişler. Şık butiklerin, sanat galerilerinin sıralandığı Soho sokaklarında
bohem tavrın kültürel ayak sesleri hâlâ yankılanmakta.
Bölgenin ana caddesi Broadway’in üzerindeki Little
Singer binası sevimli mimarisiyle etrafına renk katıyor. Venedik’teki Sansovino
kütüphanesinden esinlenerek yapılan Haughwout binası ise dökme demir bir
başyapıt. Çevredeki demir dökme binaların birçoğu moda devlerinin mağazalarına
dönüştürülmüş. Artistik avangartların yuvası olan Soho’da Greene, Price Street,
Spring caddeleri film setlerinin vazgeçilmez mekânları.
Soho’nun lüks mağazalarının vitrinlerinde son moda
trendlerini inceledikten sonra metroya atlayıp soluğu Union Square’de alıyorum.
5. Avenue, Broadway, Madison Avenue’nun keşiştiği bu meydan 19. yüzyılda sosyal
yaşamın merkeziymiş. Seçim zamanlarında ateşli konuşmalara sahne olan Union Square
günümüzde de bu özelliğini sürdürüyor. Özgürlük heykelinin mimarı Bartholdi; Amerikan bağımsızlık savaşında İngilizlere
karşı savaşan Marquis de Lafayatte heykelini meydanın yanındaki parka yaparak
ölümsüzleştirmiş.
Her daim kalabalık bir meydan burası, etrafıma
baktığımda şaşırtıcı bir manzarayla karşılaşıyorum. Bir grup satranç masalarını
kurmuş ve yan kesici tehlikesine aldırmadan oyun oynuyor. Şehir dışından gelen
çiftçiler ise birkaç adım ötedeki açık pazar Greenmarket’te mallarını satma
telaşındalar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder