Manhattan’ın büyüsü insanları
kucaklıyor, zaman burada su gibi akıp geçiyor. Brooklyn köprüsü turumun
ardından China Town’a doğru yola koyuluyorum. Lafayette caddesindeki Fransız
şatolarını andıran Engine Company binasını selamlayıp China Town’a varıyorum.
Birçok kültürün bir potada eridiği
bir şehirdeyim. Geleneklerini ve mutfak kültürlerini günümüze kadar yaşatmayı
başarmış kentin iki önemli etnik grubunun yaşadığı Chinatown Little Italy bu
kozmopolitliğin en belirgin örneği. Chinatown’daki Çinli nüfüs her geçen gün
artıyor. Spring, Canal street arasına sıkışan Little Italy ise turistlik bir
bölgeye dönüşmüş.
New York’a ilk adım atan Çinli
göçmenlerin tamamı erkekmiş, kadınlar ve çocuklar göçmen yasalarına göre geri
gönderiliyormuş. Bu dönemde Çinli erkek göçmenler için en büyük eğlence kumar
olmuş, kumar çeteleşmeyi beraberinde getirmiş. Az ilerimde yer alan Doyer caddesindeki keskin
viraj kentteki afyon ticaretini ele geçirmek isteyen Çin çetelerinin
birbirlerine pusu kurdukları yer olması gibi kötü bir geçmişe sahip.
Bölgenin ana caddesi Canal Street ise
adını 19. yüzyıl başında kente su getirmek için yapılan kanaldan almakta.
Chinatown’un sokaklarını dolaşırken kendimi Çin’de hissediyorum. Dükkânlardaki ilanlar,
banka tabelaları Çince, herkes Çince konuşuyor; hatta İngilizce bilmeyen bazı
Çinliler bile var. Otel rezervasyonu yaptırırken Chinatown’dan uzak durmakta
fayda var zira burası kalabalık ve gürültülü bir semt.
Çin mozaik aletlerin,
baharatların, envai çeşit süs eşyasının satıldığı Pearl River ve Mott
caddesindeki hediyelik eşya dükkânları, egzotik yiyecek pazarları alışveriş
meraklıların vazgeçemediği mekânlardan. Aynı cadde üzerindeki Ten Ren Tea &
Ginseng Company birbirinden farklı çayları alabileceğiniz bir çay cenneti. Mott caddesinin bitiminde Chatham Meydanı beni karşılıyor. Meydanda ilgi çekici iki anıt var. İngilizlerin Çinlileri afyon bağımlısı yapmasına karşı çıkıp Kraliçe Victoria’ya mektup yazan halk kahramanı Çinli yetkili Lin Zexu heykeli ve II. Dünya savaşında ölen Çin asıllı Amerikan askerleri anıtı bu semtin insanlarının gurur kaynağı.
Yolun
devamında ise güzel bir Budist tapınağı yer alıyor. Mahayana Budist
tapınağındaki altın buda heykeli görülmeye
değer. Çin mutfağını
keşfetmek isteyenler için ise Golden Unicorn, Jing Fong gibi dim sum mekânları biçilmiş
kaftan.
Chinatown’nun kalabalığına karışıp
birkaç saat geçirdikten sonra rotamı Mulberry Street’e çeviriyorum. Little Italy’nin
en gözde sokağında birbiri ardına dizilmiş İtalyan restoranlarından Napoliten
ezgiler yükseliyor. Little Italy sokakları en çok Eylül ayında yapılan San
Gennaro festivaliyle şenleniyor. Bu açıkhava festivalinde tezgâhlarda satılan
İtalyan yemekleri kent halkının beğenisine sunuluyor. Little Italy’nin üzerinden
yükselen Empire State binası bu sevimli semte bambaşka bir hava katıyor.
Peynir tadımı yapmak için Grand
Street’teki Alleva’ya uğruyorum. 1892’de
kurulmuş Alleva Amerika’nın en eski İtalyan peynircilerinden birisi. 36 aylık
parmesan tam istediğim gibi lezzetli, pecorino ise Roma’da yediğim kaliteden
uzak. İtalyan asıllı mekân sahibine durumu anlattığımda bana hak veriyor.
İstanbul’a götürmek için 250 gr parmesanı yanıma alıp gezime devam ediyorum.
Kolumbus park yönünde ilerleyince
İtalyan restoranların yerini Çin malı satan dükkânlar alıyor. Aksi yöne gidip
Broome street’e ulaştığımda Police Headquarters binasının devasa barok kubbesi arz-ı
endam ediyor. Geçmişte kentin polis teşkilatına ev sahipliği yapan bu bina; güzel
mimarisiyle Little Italy’nin incisi adeta.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder