Michelin yıldızlı
lezzet şöleninin ardından
Civic Center’e geri dönüyorum. Broadway boyunca Woolworth Building’in görkemli
manzarası bana eşlik ediyor. Londra’daki House of Parliament’den esinlenerek
inşa edilmiş, ticaretin katedrali olarak anılan Woolworth gotik süslemeleriyle
göz kamaştırıcı bir güzelliğe sahip. 5 cent’e ürünler satarak perakendecilikte
devrim yapan Woolworth’un yaptırdığı binanın girişindeki ihtişam; buranın Manhattan’ın
en güzel gökdelenlerinden biri olduğunun açık kanıtı.
Mesai saatleri içinde Manhattan’daki
birçok gökdelenin lobisine giriş serbestken Woolworth’ta sadece iş amaçlı ziyaretlerin
kabul edilmesini çok yadırgadım. Zira New York’a yolu düşenlerin bu binanın lobisine
bir uğrayıp; mimar Cass Gilbert’in karikatürünü ve Woolworth’un binayı nakit
aldığını betimlediği, milyonerin bozuk paraları sayarak ödeme yaptığı karikatürü
görmesi yapının yeni sahibine prestij kazandıracağı inancındayım.
Woolworth’un birkaç adım ilersinde
ise St. Paul şapeli yer almakta. George Washington
başkanlık yemini ettikten sonra St. Paul şapeline uğramış. ABD’nin temellerinin
atıldığı o tarihi günde başkanın dua ettiği koltuk günümüze kadar korunmuş.
Şapelden çıkıp etrafıma baktığımda güzel mimarisiyle Park Row Building ve
ABD’nin kurucularından Benjamin Franklin’in heykeli dikkat çekici.
Kısa bir yürüyüşün ardından
Municipal Building’e varıyorum. Adil olmayı vurgulamak adına tepesine adalet
heykeliyle taçlanmış, Roma’daki Pallazo Farnese’yi anımsatan, 25 katlı Belediye
binası dünyanın en büyük idari binalarından birisi. Bu devasa binada her sene
otuz bin New Yorklu dünya evine giriyor.
Municipal Building yanında ise
ünlü politikacı Boss Tweet’in himayesinde yapılan Adalet Sarayı (New York
Courthouse) altıgen mimarisiyle hayranlık uyandırıyor. Birçok filme konu olan
bu saray en çok Michael Douglas oscarlık rolüyle hafızalara kazınan Wall Street
filmi ile hatırlanmakta. Adalet sarayının merdivenlerine baktığımda; filmde kısa
yollardan para kazanmak için manipulasyonlar yapan genç brokerin adalete teslim
olma sahnesi gözümde canlanıyor.
City Hall’dan deniz yönünde
ilerleyip Manhattan’ı Brooklyn’e bağlayan 1,8 km uzunluğundaki
Brooklyn köprüsünü arşınlamaya başlıyorum. Mühendislik harikası bu köprüde bir
yandan sonbahar esintisinin tadını çıkartırken diğer yandan göğe doğru yükselen gökdelenleri seyre dalıyorum. Brooklyn köprüsü
nefes kesici bir Manhattan manzarasına sahip; sol tarafımda Woolworth Building,
sağımda Empire States ve Chrysler Building tüm ihtişamıyla yükseliyor.
New York’un simgelerinden olan bu
köprünün yapımının trajik bir hikâyesi de var. Brooklyn köprüsü yapılırken mimar
Roebling kaza geçirip ölünce projeyi oğlu devralmış, Roebling‘in oğlu da
köprünün ayaklarını yaparken vurgun yiyip yatalak olmuş. Köprü 1883’de
tamamlandığında ise bu sefer köprünün yeterince sağlam olmadığına dair
eleştiriler başlayınca bu dedikoduların önünü kesmek için 21 adet fil köprü
üzerinden geçirilmiş.
1 yorum:
Yorumunuz için teşekkür ederim İrfan Bey
Yorum Gönder