7 Şubat 2018 Çarşamba

Civic Center’den Brooklyn köprüsüne: Gökdelenler diyarı Manhattan-5

Michelin yıldızlı lezzet şöleninin ardından Civic Center’e geri dönüyorum. Broadway boyunca Woolworth Building’in görkemli manzarası bana eşlik ediyor. Londra’daki House of Parliament’den esinlenerek inşa edilmiş, ticaretin katedrali olarak anılan Woolworth gotik süslemeleriyle göz kamaştırıcı bir güzelliğe sahip. 5 cent’e ürünler satarak perakendecilikte devrim yapan Woolworth’un yaptırdığı binanın girişindeki ihtişam; buranın Manhattan’ın en güzel gökdelenlerinden biri olduğunun açık kanıtı.



Mesai saatleri içinde Manhattan’daki birçok gökdelenin lobisine giriş serbestken Woolworth’ta sadece iş amaçlı ziyaretlerin kabul edilmesini çok yadırgadım. Zira New York’a yolu düşenlerin bu binanın lobisine bir uğrayıp; mimar Cass Gilbert’in karikatürünü ve Woolworth’un binayı nakit aldığını betimlediği, milyonerin bozuk paraları sayarak ödeme yaptığı karikatürü görmesi yapının yeni sahibine prestij kazandıracağı inancındayım.

Woolworth’un birkaç adım ilersinde ise St. Paul şapeli yer almakta.  George Washington başkanlık yemini ettikten sonra St. Paul şapeline uğramış. ABD’nin temellerinin atıldığı o tarihi günde başkanın dua ettiği koltuk günümüze kadar korunmuş. Şapelden çıkıp etrafıma baktığımda güzel mimarisiyle Park Row Building ve ABD’nin kurucularından Benjamin Franklin’in heykeli dikkat çekici.
Kısa bir yürüyüşün ardından Municipal Building’e varıyorum. Adil olmayı vurgulamak adına tepesine adalet heykeliyle taçlanmış, Roma’daki Pallazo Farnese’yi anımsatan, 25 katlı Belediye binası dünyanın en büyük idari binalarından birisi. Bu devasa binada her sene otuz bin New Yorklu dünya evine giriyor.
Municipal Building yanında ise ünlü politikacı Boss Tweet’in himayesinde yapılan Adalet Sarayı (New York Courthouse) altıgen mimarisiyle hayranlık uyandırıyor. Birçok filme konu olan bu saray en çok Michael Douglas oscarlık rolüyle hafızalara kazınan Wall Street filmi ile hatırlanmakta. Adalet sarayının merdivenlerine baktığımda; filmde kısa yollardan para kazanmak için manipulasyonlar yapan genç brokerin adalete teslim olma sahnesi gözümde canlanıyor.
City Hall’dan deniz yönünde ilerleyip Manhattan’ı Brooklyn’e bağlayan 1,8 km uzunluğundaki Brooklyn köprüsünü arşınlamaya başlıyorum. Mühendislik harikası bu köprüde bir yandan sonbahar esintisinin tadını çıkartırken diğer yandan göğe doğru yükselen gökdelenleri seyre dalıyorum. Brooklyn köprüsü nefes kesici bir Manhattan manzarasına sahip; sol tarafımda Woolworth Building, sağımda Empire States ve Chrysler Building tüm ihtişamıyla yükseliyor.
New York’un simgelerinden olan bu köprünün yapımının trajik bir hikâyesi de var. Brooklyn köprüsü yapılırken mimar Roebling kaza geçirip ölünce projeyi oğlu devralmış, Roebling‘in oğlu da köprünün ayaklarını yaparken vurgun yiyip yatalak olmuş. Köprü 1883’de tamamlandığında ise bu sefer köprünün yeterince sağlam olmadığına dair eleştiriler başlayınca bu dedikoduların önünü kesmek için 21 adet fil köprü üzerinden geçirilmiş.

1 yorum:

alper öztoprak dedi ki...

Yorumunuz için teşekkür ederim İrfan Bey