11 Temmuz 2018 Çarşamba

Münih’te bir Oktoberfest günü

Eylül sonu Almanya’daydım, 177. si düzenlenen dünyaca ünlü bira festivali Oktoberfest’ı Bavyera’lılarla birlikte kutladım. Kutlamalardan önce kısa bir şehir gezisi yaptım.

Sabah üniversite durağı yakınlarında kaldığım otelden çıkıp şehri keyfe başlıyorum, Ludwig caddesi boyunca inip, solumda İtalya Rönesans’ının bir yansıması olan Hofgarten Bahçelerinde bir mola veriyorum, Münih mimarisi Alman kentlerine pek benzemiyor. Köln’deki gibi göğü delen   gibi gotik kiliseler yok,  barok mimarinin etrafı sarıp sarmaladığı yeşil bir kent burası. Almanya’da   yabancı dile gerek duymuyorsunuz zira yolda yürürken illaki bir Türk’e denk geliyorsunuz, Napolyon sayesinde kral olan Max Joseph kentin önemli bir figürü, kendi adinin verildiği caddeden ilerlediğimde ulusal tiyatro önünde Max’ın heykeliyle karşılaşıyorum.
Münih’in Nazi Almanya için özel bir önemi var zira az ilerimdeki Hofbrauhaus birahanesinde yaptığı toplantıda ideolojosinin ilk tohumlarını atmış. Münih’in bir başka kötü şöhreti de 1972 Münih Olimpiyatlarında Arapların Yahudi sporcuları kaçırıp öldürüyor. Spielberg Oscarlı Munih filminde bu olay ve sonuçlarını beyaz perdeye aktaran bir başyapıt.

Kısa bir yürüyüşün ardından kentin tarihi meydanı Marienplatz’dayım. Altes Rathaus (eski belediye binası,  Neues Rathaus (yeni belediye binası).17. yüzyılda şehrin vebadan kurtulduktan sonra dikilen Mariensule heykeli bu meydanda yer alıyor. Çevrede biraz vakit geçirdikten sonra Oktoberfest festivali  için Theresienwiese’e doğru yola koyuluyorum.
 
1810 yılında Bavyera Prensi Ludwig’ın düğünü ile başlayan kutlamalar günümüzde iki hafta boyunca altı milyon ziyaretçinin katıldığı dev bir festivale dönüşmüş durumda. Marienplatz’ın birkaç kilometre uzaklıkta Theresa’nın çayırındaki (Theresienwiese) festival alanına kolaylıkla ulaşıyorum. Dönme dolaplar, atlıkarıncalar arasından lunapark alanını geçip bira çadırlarına doğru yöneliyorum. Çadırlar önünde uzun kuyruklar oluştuğu için önceden rezervasyon yaptırmak gerekiyor.
Altı bin kişilik Augustiner çadırına girdiğimde, içerisi geleneksel Bavyera elbiseleri Dirndl ve Lederhosen’ler giyinmiş Almanlar tarafından hınca hınç dolmuştu. Kadın garsonlar ellerinde bir litrelik bardaklarla (maß)  masalara servis yapıyorlar. Biralar genelde altışar altışar taşınıyor, bu konuda dünya rekoru on beş bardak (yaklaşık 35 kilo) ile Franziska Mejrowski’ya ait.

Sipariş ettiğim maß’in gelmesi uzun sürmüyor. Oktoberfest’te biranın yanında Alman spesiyalleri de sunuluyor. Augustiner’ın mönüsü sosisler ve tavuk ağırlıklı, yarım tavuk 9,5 Euro, 1 maß bira is 8,5 Euro biranın olmazsa olmazı tuzlu ekmek pretzel ise 4,5 Euro.

Almanya’da her bölgenin kendine has biraları var. Kuzey kesimlerde ale tarzı biralar ön plana çıkarken Köln’de altın sarısı hafif aromatik kölsch, Hamburg’ta pilsenler, güneye Bavyera’ya doğru inildiğinde ise buğday birası weizenbier ve maltımsı marzenle karşılaşıyoruz.

Augustiner’ın Oktoberfest için özel üretimi birası oldukça lezzetli, yanına tavuk ve pretzel çok yakışıyor. Yemek sonrası festival alanında kısa yürüyüş yapıp ilginç hediyelik eşyalara bakıyorum. Kalp şeklindeki Oktoberfest kurabiyeleri ilgi çekici.


Münih’te Oktoberfest yalnızca Theresienwiese’de yaşanmıyor. Kent merkezindeki Hofbräuhaus, Weisses Bräuhaus gibi ünlü birahanelerde akşamları yer bulunmuyor. Schneider buğday birası ile ünlü Weisses Bräuhaus, Münih’e yolu düşenleri mutlaka uğraması gereken bir adres.

Marien meydanını Isar kapısı bağlayan Tal caddesindeki mekân Bavyeralılarca buğday birasının (weizenbier) panteon’u olarak kabul ediliyor. İki yüz yıllık tarihi birahanede farklı weizenbier’ler yedi ayrı tapden (musluk)  müşterilere sunuluyor. Filtre edilmiş buğday birası (kristal) hafif aperatiflerle, tap 7 ise baskın lezzetlere uyum sağlıyor. Oktoberfest için eylül sonunu beklemeyip, Alman biraları tatmak için yolu Münih’e düşenlere aromatik yoğun tatlı Schneider Tap 7’yi denemelerini tavsiye ederim.
 

 

Hiç yorum yok: