Sabah üniversite
durağı yakınlarında kaldığım otelden çıkıp şehri keyfe başlıyorum, Ludwig
caddesi boyunca inip, solumda İtalya Rönesans’ının bir yansıması olan Hofgarten
Bahçelerinde bir mola veriyorum, Münih mimarisi Alman kentlerine pek
benzemiyor. Köln’deki gibi göğü delen gibi gotik kiliseler yok, barok mimarinin etrafı sarıp sarmaladığı yeşil
bir kent burası. Almanya’da yabancı dile gerek duymuyorsunuz zira yolda yürürken
illaki bir Türk’e denk geliyorsunuz, Napolyon sayesinde kral olan Max Joseph
kentin önemli bir figürü, kendi adinin verildiği caddeden ilerlediğimde ulusal
tiyatro önünde Max’ın heykeliyle karşılaşıyorum.
Münih’in
Nazi Almanya için özel bir önemi var zira az ilerimdeki Hofbrauhaus birahanesinde
yaptığı toplantıda ideolojosinin ilk tohumlarını atmış. Münih’in bir başka kötü
şöhreti de 1972 Münih Olimpiyatlarında Arapların Yahudi sporcuları kaçırıp öldürüyor.
Spielberg Oscarlı Munih filminde bu olay ve sonuçlarını beyaz perdeye aktaran
bir başyapıt.
Kısa bir
yürüyüşün ardından kentin tarihi meydanı Marienplatz’dayım. Altes
Rathaus (eski belediye binası, Neues
Rathaus (yeni belediye binası).17. yüzyılda şehrin vebadan kurtulduktan sonra
dikilen Mariensule heykeli bu meydanda yer alıyor. Çevrede biraz vakit
geçirdikten sonra Oktoberfest festivali
için Theresienwiese’e doğru yola koyuluyorum.
1810 yılında Bavyera Prensi Ludwig’ın
düğünü ile başlayan kutlamalar günümüzde iki hafta boyunca altı milyon
ziyaretçinin katıldığı dev bir festivale dönüşmüş durumda. Marienplatz’ın
birkaç kilometre uzaklıkta Theresa’nın çayırındaki (Theresienwiese) festival
alanına kolaylıkla ulaşıyorum. Dönme dolaplar, atlıkarıncalar arasından
lunapark alanını geçip bira çadırlarına doğru yöneliyorum. Çadırlar önünde uzun
kuyruklar oluştuğu için önceden rezervasyon yaptırmak gerekiyor.
Altı bin kişilik Augustiner çadırına
girdiğimde, içerisi geleneksel Bavyera elbiseleri Dirndl ve Lederhosen’ler
giyinmiş Almanlar tarafından hınca hınç dolmuştu. Kadın garsonlar ellerinde bir
litrelik bardaklarla (maß) masalara
servis yapıyorlar. Biralar genelde altışar altışar taşınıyor, bu konuda dünya
rekoru on beş bardak (yaklaşık 35 kilo) ile Franziska Mejrowski’ya ait.
Sipariş ettiğim maß’in gelmesi uzun
sürmüyor. Oktoberfest’te biranın yanında Alman spesiyalleri de sunuluyor.
Augustiner’ın mönüsü sosisler ve tavuk ağırlıklı, yarım tavuk 9,5 Euro, 1 maß
bira is 8,5 Euro biranın olmazsa olmazı tuzlu ekmek pretzel ise 4,5 Euro.
Almanya’da her bölgenin kendine has
biraları var. Kuzey kesimlerde ale tarzı biralar ön plana çıkarken Köln’de
altın sarısı hafif aromatik kölsch, Hamburg’ta pilsenler, güneye Bavyera’ya
doğru inildiğinde ise buğday birası weizenbier ve maltımsı marzenle
karşılaşıyoruz.
Augustiner’ın Oktoberfest için özel
üretimi birası oldukça lezzetli, yanına tavuk ve pretzel çok yakışıyor. Yemek
sonrası festival alanında kısa yürüyüş yapıp ilginç hediyelik eşyalara
bakıyorum. Kalp şeklindeki Oktoberfest kurabiyeleri ilgi çekici.
Münih’te Oktoberfest yalnızca
Theresienwiese’de yaşanmıyor. Kent merkezindeki Hofbräuhaus, Weisses Bräuhaus gibi
ünlü birahanelerde akşamları yer bulunmuyor. Schneider buğday birası ile ünlü
Weisses Bräuhaus, Münih’e yolu düşenleri mutlaka uğraması gereken bir adres.
Marien meydanını Isar kapısı bağlayan
Tal caddesindeki mekân Bavyeralılarca buğday birasının (weizenbier) panteon’u
olarak kabul ediliyor. İki yüz yıllık tarihi birahanede farklı
weizenbier’ler yedi ayrı tapden (musluk)
müşterilere sunuluyor. Filtre edilmiş buğday birası (kristal) hafif
aperatiflerle, tap 7 ise baskın lezzetlere uyum sağlıyor. Oktoberfest için
eylül sonunu beklemeyip, Alman biraları tatmak için yolu Münih’e düşenlere
aromatik yoğun tatlı Schneider Tap 7’yi denemelerini tavsiye ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder