4 Eylül 2024 Çarşamba

Milano izlenimleri


Bir sonbahar günü Malpensa havalimanına inerek Milano gezime başlıyorum.  Havalimanı kent merkezine uzak, elli kilometrelik bir mesafede. Fiera Milan fuar alanı yakınındaki otelim ikisinin ortasında. Malpanse’dan  merkeze ulaşmanın en kolay yolu Cadorna trenine binmek. Milano bir turizm kentinden çok bir ticaret kenti, yıl boyu süren fuarlara ev sahipliği yapıyor.  Fuar alanı civarında uygun fiyatlı otellere denk geliyor. Eşyalarımı otele bıraktıktan sonra şehri keşfime başlıyorum.

İlk durağım Ortaçağ mimarisinin olağanüstü bir yansıması Duomo Katedrali. İnşası beş yüz yıl yılda tamamlanmış bu katedral için Torino’daki Mergozzo Gölü'nden elde edilen Candoglia mermeri getirilmiş. Milano;  Roma, Floransa; Venedik kadar turistlik bir kent değil ama bu devasa katedral için bile uğramaya değer.

Doumo’nun yanında muhteşem bir başka eser yer alıyor: Galleria Vittorio Emanuele II. Büyüleyici cam kubbesiyle bu pasaj kent halkının salonu olarak kabul ediliyor. Restoranların, kafelerin sıralandığı pasajın bir ucu Doumo meydanına diğer ucu ise dünyaca ünlü La Scala Opera binasına açılıyor.  La Scala’nın önünden geçerken Verdi’nin La Traviata’sında aryalar kulağımda yankılanıyor. Pasajın çıkışındaki bir sokaktaki ufak bir dükkanda risotto milanese (milano usulu risotto) yazısını gözüme çarpıyor,  bu kentin meşhur safranlı parmesanlı bir pilavıyla açlığımı pizza randevusuna kadar yatıştırıyorum.

Adriyatik’in aşklar kenti Venedik

Doğu ve Batının sentezi mimarisi, kanallarla köprülerle bezenmiş Venedik labirenti andıran sokaklarıyla romantik bir tatil vaat ediyor.

Bir sonbahar günü Venedik’teyim. Kent merkezinde konaklama pahalı olduğu için turistlik bölgenin otuz beş km uzağındaki Dona Di Piave semtinden bir otele rezervasyon yaptırıyorum. Ulaşım kolay, kırk dakikada Venedik Santa Lucia tren istasyonuna varıyorum. İstasyondan çıktığımda Büyük Kanal beni karşılıyor, Adriyatik’in aşklar kenti Venedik’in ortasından geçen ters S şeklindeki kanal gezimde bana referans noktası oluyor.

Ponte Vecchio’dan Michelangelo tepesine -Rönesans’ın beşiği Floransa (4/4)

Ponte Vecchio’dan Michelangelo tepesine
Müzeden ayrılıp Ponte Vecchio’yu arşınlamaya başlıyorum. Uffizi ve Pallazzo Vecchio’yu Medicilerin Arno nehrinin karşı kıyısındaki sarayı Palazzo Pitti’ye bağlamak için Vasari tarafından inşa edilen; geçmişte kasapların yer aldığı köprünün üzerini günümüzde göz alıcı mücevherleriyle kuyumcular süslüyor. Köprünün kenarlarında Uffizi’ye uzanan koridorlar dikkatimi çekiyor. Kenti yöneten ailelerden Mediciler, Lorena, Pitti, Savoy’ların halka karışmamak için yaptırdıkları Vasari koridoru halkı küçük görmelerinin bir ifadesi olsa gerek. At arabalarıyla Palazzo Pitti’den doğrudan Pallazzo Vecchio’ya geçen bu ailelerin hanedanının çok uzun sürmemesi pek de sürpriz olmuyor.

Santa Maria Novella’dan Uffizi’ye-Rönesans’ın beşiği Floransa (3/4)

Santa Maria Novella’dan Uffizi’ye
Tren istasyonuna komşu Novella’nın yüzyıllara meydan okuyan zarif çan kulesi Floransa’ya adım atan turistlerin belki de ilk gördüğü manzaralardan. Santa Maria’ya sadece uzaktan bakmakla kalmayın, içeriye de bir göz atın zira rengârenk freskleriyle Filippo Strozzi Şapeli ve Bardi Şapeli Santa Maria’daki görülmeye değer eserlerden sadece birkaçı.
Gucci, Salvatore Ferragamo, Roberto Cavalli gibi lüks mağazaların inci gibi sıralandığı, Paris’in hoş butiklerle dolu sokaklarını anımsatan Via Tornabuoni boyunca ilerliyorum. Devasa yapısıyla Duomo kente o kadar hâkim ki Floransa’da yolumu kaybetmem mümkün değil; zira Duomo güneş gibi etrafını aydınlatıyor. Katedralin yanında zarif bir çan kulesini selamlayıp, Piazza della Repubblica’ya varıyorum.

San Lorenzo'dan Santissima Annunziata’ya-Rönesans’ın beşiği Floransa (2/4)

San Lorenzo'dan Santissima Annunziata’ya
Floransa’nın tarihi aslında biraz da Floransalı ailelerin tarihi; Floransa’yı anlamak için sanata destek veren bu soylu aileleri de anlamak gerekiyor zira bu şehirde gördüğünüz birçok saray, köprü bu ailelerin kendileri için yaptırdıkları eserler. Mediciler başta olmak üzere, Lorena, Pitti, Savoy aileleri geçmişte kentin siyaset, kültür-sanat hayatına yön vermişler.

Santa Croce'den Duomo'ya-Rönesans’ın beşiği Floransa (1/4)

Santa Croce'den Duomo'ya-Rönesans’ın beşiği Floransa
Bir şehir düşünün adeta taştan oyulmuş ve neredeyse tek bir ağaç bir yeşillik olmadığı halde büyüleyici; şehrin kendisi bir sanat eseri, sanki bir açıkhava müzesi. Dante’nin Michelangelo’nun, Da Vinci’nin şehri burası. İşte bu yüzden bu küçücük şehri görmek için dünyanın dört bir yanından milyonlar Floransa’ya akın ediyor.
              Floransa’yı anlamanın en iyi yolu o şehrin yollarını yürüyerek arşınlamaktan geçiyor; zira gezilecek yerler birbirine oldukça yakın. Floransa’yı keşfime kentin geçmişteki sosyal ve politik merkezi Piazza Santa Croce ile başlıyorum. Meydanın hemen başındaki gotik mimarisiyle Santa Croce kilisesi tüm heybetiyle karşımda yükseliyor.

1 Eylül 2024 Pazar

Aventino'dan San Giovanni’ye-Medeniyetini tarihinden alan kent-Roma (10/10)

Yemeğin ardından Tiber kıyısında Testacio bölgesinden Aventino’ya uzanan bir yürüyüş yapıyorum. Ponte Sisto’dan Palatino tepelerindeki çam ağaçları arasından yüzyıllara meydan okumuş Santa Maria Cosmedin’in çan kulesini selamlıyorum.

Sant’Angelo'dan Da Felice'ye-Medeniyetini tarihinden alan kent-Roma (9/10)

Tiber kıyısındaki Sant’Angelo kalesi tarih boyunca birçok işkence ve idamlara sahne olmuş. Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Cem Sultan’ın da yıllarca hapsedildiği, papanın sığınağı bu kalenin gülleler ile oyulmuş tuğlaları ve yıpranmış traverten kaplamalarıyla adeta rütbeleri sökülmüş bir general gibi. Kaleyi Vatikan’a bağlayan Passetto di Borgo geçidi de Sant’Angelo kalesine gizemli bir hava katmış. Mekânın bu esrarengiz havası Puccini’yi de çok etkilemiş. Ünlü Bestekâr Tosca operasını Sant’Angelo terasında bir sahne ile sonlandırmış. Opera’da aşığını kaybeden Tosca Sant’Angelo burçlarından atlayarak dramatik bir şekilde hayatını sonlandırsa da Sant’Angelo kalesini ziyaret edenler bu durumdan bihaber; terasta kentin eşsiz manzarasının tadını çıkarıyorlar.

Vatikan-Medeniyetini tarihinden alan kent-Roma (8/10)

              On dakikalık bir yürüyüşün ardından Katoliklerin ruhani lideri Papa’nın yönettiği dünyanın en küçük devleti olan Vatikan’a varıyorum. Buraya girmek için bir vize gerekmiyor ama girişteki güvenlik kontrolünün önü her daim kalabalık. Roma’ya gitmişken San Pietro Bazilkası’nı görmemek olmaz diyerek yarım saat kuyrukta bekledikten sonra dünyanın en büyük kilisesine girmeyi başarıyorum.

Hamurun en lezzetli hali-Pizzarium- Medeniyetini tarihinden alan kent-Roma (7/10)

Villa Borghese’de bir banka oturup çeşmelerin tınısıyla bir süre dinlendikten sonra güzel bir pizza yemek için metroya atlayıp soluğu Cipro durağındaki Pizzarium’da alıyorum. Pizzanın anavatanı İtalya’da adım başı pizzacı var ama Vatikan yakınlarındaki Pizzarium gibisi az bulunur. Buraya bir pizza cenneti desek yanılmış olmayız.

Piazza Barberini’den Villa Borghese'e-Medeniyetini tarihinden alan kent-Roma (6/10)

             Colosseum’un önünden geçen ilk otobüse atlayıp Piazza Barberini’de iniyorum. Meydanın ortasındaki Triton çeşmesi tüm ihtişamıyla çevresine ışık saçıyor. Piazza Barberini’de Roma’nın soylu ailelerinden Barberini’lerin sarayı Plazzo Barberini ve sanatsal hazinelerle dolu Galleria Nazionale ilgi çekici bir adresler olsa da, asıl sürpriz için beş dakikalık bir yürüyüş yapmak gerekiyor; zira yolun sonunda kentin en güzel kiliselerinden Santa Maria Della Vittoria var.

Termini’den Colosseum’a-Medeniyetini tarihinden alan kent-Roma (5/10)

           Ertesi sabah erken kalkıp; kruvasan ve espressolu hafif bir kahvaltının ardından Termini’deki otelimden şehri keşfetmek için yola koyuluyorum. Roma’nın tren ve metro ağının kalbinde yer alan, İtalya’nın en büyük terminali Termini'nin etrafında her bütçeye hitap eden oteller mevcut. Antik Roma’da Julius Caesar öyle bir ulaşım hattı kurmuş ki ‘her yol Roma’ya çıkar’ sözü günümüze kadar yaşamış. Çağdaş Romalılar da Caesar’dan geri kalmamış zira Termini’den İtalya’’nın çizmesinin topuğundaki Bari’ye ya da kuzeyindeki Verona’ya kadar her şehrine gitmek mümkün.

La Gatta Mangiona’da pizza molası & Trastevere-Medeniyetini tarihinden alan kent-Roma(4/10)

         Tramvayda durakların anonslarının yapılmaması ve duraklarda durak isimlerin yazılı olmaması Avrupa’nın göbeğindeki Roma’ya yakışmıyor. Neyse ki Romalılar çok sıcakkanlı insanlar; tramvay S. Giovanni Di Dio’ya geldiğinde haber veriyorlar. Durağın aşağısındaki sokaktaki dünyaca ünlü pizzacı La Gatta Mangiona’yı kolaylıkla buluyorum. Napoli usulü klasik pizza yapan mekâna girdiğimde kedi maketleri dikkatimi çekiyor; meğer La Gatta Mangiona’nın Türkçesi açgözlü kediymiş.  Pizzacı sadece akşamları servis veriyor, içerisi tıklım tıklım dolu, rezervasyon yaptırmak şart. Rezervasyon yaptıramadıysanız da dert etmeyin, beğendiğiniz pizzayı paket yaptırıp dilediğiniz yerde yiyebilirsiniz.
 La Gatta Mangiona’da tam buğday unu ile yapılan, el ile açılan, taze doğal malzemelerle hazırlanan pizzalar taş fırında odun ateşinde piştiğinde ortaya unutulmayacak bir lezzet senfonisi çıkıyor.