Colosseum’un önünden geçen ilk otobüse atlayıp Piazza Barberini’de iniyorum. Meydanın ortasındaki Triton çeşmesi tüm ihtişamıyla çevresine ışık saçıyor. Piazza Barberini’de Roma’nın soylu ailelerinden Barberini’lerin sarayı Plazzo Barberini ve sanatsal hazinelerle dolu Galleria Nazionale ilgi çekici bir adresler olsa da, asıl sürpriz için beş dakikalık bir yürüyüş yapmak gerekiyor; zira yolun sonunda kentin en güzel kiliselerinden Santa Maria Della Vittoria var.
Bernini’nin Barok fantezisi Santa Maria küçük bir kilise ama olağanüstü dekore edilmiş; süslemelerdeki incelik hayranlık uyandırıcı, oturup saatlerce vakit geçirilebilir. Keşke bir sihirli değneğim olsa da Bernini gibi bir dehayı bugüne getirsem ve yaşadığım evin içini dekore ettirsem. Tabi ki dinsel temalardan farklı temalar kullanmak kaydıyla!
Az ilerimde ise 1960’larda film yıldızları, paparazzilerin dolup taştığı Via Veneto caddesi uzanıyor. Günümüzde burası eski ihtişamından uzak, yol boyunca dizili restoranlar ise vasat yemekler sunan turist kapanları. Roma’daki Red Light District’in gizlendiği bu caddenin arka sokaklarında gezinirken dikkat etmeli; yolda bekleyen kadın tacirleri ve hayat kadınları yolunuzu kesebilir.
Via Veneto’dan Roma’nın yedi tepesinden birisi olan Quirionale’ye geçiyorum. Bernini’nin Barok incisi Sant'andrea al Quirinale’yi selamlayıp Piazza del Quirinale’ye varıyorum. İtalyan cumhurbaşkanı ikametgâhının da yer aldığı bu meydanın ortasındaki binicilik azizlerinin heykelleri (bk. Rustor, Polluks) ve dikilitaş dikkat çekici. Quirinale’den Tevere nehrine doğru bakınca San Pietro’ya kadar uzanan enfes bir Roma manzarası beni karşılıyor.
Bir sonraki durağım ise Via del Corso’nun diğer ucundaki Piazza del Popolo. Burası özel günlerde kent halkının toplandığı meydanlardan birisi. Augustus’un Mısır’dan getirdiği MÖ 13. yüzyıl II. Ramses dönemine ait dikilitaş; yüzyıllar boyunca bu meydanda yaşananlara tanıklık edercesine dimdik karşımda yükseliyor.
Roma’yı yaktığı iddia edilen ama sonrasında böyle bir şey yapmadığı ortaya çıkan (kimilerince çılgın) Neron’un gömüldüğü söylentisi üzerine bu meydana bir kilise de inşa edilmiş. Santa Maria del Popolo, içinde farklı dönemlere ait sanatsal eserleri barındıran bir hazine. Pinturicchio’nin erken rönesans, Raffello’nun yüksek rönesans, Berrini barok şaheserlerin bir sentezi burası. Kentin tarihine yön vermiş birçok ailenin şapelinin yer aldığı kilisenin Cerasi Şapeli’nde Caravaggio’nun iki başyapıtı bulunuyor. Raffaello Chingi şapeli ise diğer bir görülmeye değer adres.
Popolo’nun hemen arkasındaki Villa Borghese Roma’nın bir nevi akciğerleri. Ortasında ufak bir gölün de yer aldığı bu park güzel çeşmeleri ve heykelleriyle kentin en romantik adreslerinden.
Parkın içindeki dünyaca ünlü Galleria Borghese ise barındırdığı göz alıcı sanat eserleriyle bir mücevherden farksız. Galleria Borghese’de Caravaggio, Bernini gibi büyük ustaların eserleriyle göz ziyafeti çekmek için aylar öncesinden rezervasyon yaptırmak gerekiyor.