10 Temmuz 2018 Salı

Milano izlenimleri


Bir sonbahar günü Malpensa havalimanına inerek Milano gezime başlıyorum.  Havalimanı kent merkezine uzak, elli kilometrelik bir mesafede. Fiera Milan fuar alanı yakınındaki otelim ikisinin ortasında. Malpanse’dan  merkeze ulaşmanın en kolay yolu Cadorna trenine binmek. Milano bir turizm kentinden çok bir ticaret kenti, yıl boyu süren fuarlara ev sahipliği yapıyor.  Fuar alanı civarında uygun fiyatlı otellere denk geliyor. Eşyalarımı otele bıraktıktan sonra şehri keşfime başlıyorum.

İlk durağım Ortaçağ mimarisinin olağanüstü bir yansıması Duomo Katedrali. İnşası beş yüz yıl yılda tamamlanmış bu katedral için Torino’daki Mergozzo Gölü'nden elde edilen Candoglia mermeri getirilmiş. Milano;  Roma, Floransa; Venedik kadar turistlik bir kent değil ama bu devasa katedral için bile uğramaya değer.

Doumo’nun yanında muhteşem bir başka eser yer alıyor: Galleria Vittorio Emanuele II. Büyüleyici cam kubbesiyle bu pasaj kent halkının salonu olarak kabul ediliyor. Restoranların, kafelerin sıralandığı pasajın bir ucu Doumo meydanına diğer ucu ise dünyaca ünlü La Scala Opera binasına açılıyor.  La Scala’nın önünden geçerken Verdi’nin La Traviata’sında aryalar kulağımda yankılanıyor. Pasajın çıkışındaki bir sokaktaki ufak bir dükkanda risotto milanese (milano usulu risotto) yazısını gözüme çarpıyor,  bu kentin meşhur safranlı parmesanlı bir pilavıyla açlığımı pizza randevusuna kadar yatıştırıyorum.

Merkezi Duomo olan bir kilometre yarıçaplı bir daire çizdiğimizde eski kentin sınırlarını çizmiş oluyoruz, gezilecek yerler birbirine yakın ve çoğu bu dairenin içinde, Milano’nun gelişmiş bir metro hatta var ama merkezde çalışan nostaljik tramvaylar yolculuk çok daha keyifli oluyor.Milano sanayi ve fuar kenti.  İtalyalar için kuzeyde kazanıyorlar, güneyde harcıyorlar. Halk zengin,  hayat pahalı. İtalyan kentinden çok Alman kentine benziyor, Ferrari ama motosiklet kullanımı yaygın, İstanbul’daki gibi herkes otomobille ise gitmek istemiyor.
Doumo’nun arkasındaki sokakları birinde Ferrari aksesuar ve maketlerinin satıldığı bir dükkan görülmeye değer, 5400 Euroluk Ferrari maketini kim alır merak konusu.

Birkaç adım uzağımdaki Spontini tepsi pizza satan, çok turistlik bir yer ama gerçek bir Napoli pizzası yemek için Porta Victoria yakınlarındaki La Taverna'ya uğruyorum.  Odun ateşinde Napoli pizzası yapıyorlar. Sıcak samimi bir yer, pizzamı beklerken mekânın müdavimleriyle ve sahibesiyle hemen kaynaşıyoruz, kendimi kırk yıllık Milanolu gibi hissetmeye başlıyorum. İleriki günlerdeki yediğim pizzalarla kıyasladığımda karşılaştığım en iyi Margherita.

Pizza molasının ardından , bir sonraki ziyaret edeceğim yer, Doumo yakınlarındaki Sforzesco Kalesi. Kalenin yanında hoş bir park var.  Milano’da birçok üniversitenin olduğu bir öğrenci kenti,  Sempione Parkını Napolyon zaferlerine adanmış bir zafer takı da yer alıyor, takın ismi yıllar içinde barış takı olarak değişmiş,  parkın çimenlerinde gençler toplanmış, eğleniyorlar.

Parkın ilerisindeki bir sokakta çok özel bir restoran yer alıyor: Aromando Maruzzella’daki Margherita’nın ardından burada da bir pasta (makarna) denemek istiyorum.  Aromando küçük bir tam bir aile lokantası mönüleri kısıtlı ama yemeklerinde mevsimselliğe önem veriyorlar Deniz mahsulü bir pasta alıyorum. 15 euro ama kesinlikle bu değiyor.
Ertesi sabah kenti keşfime Santa Maria delle Grazie ile devam ediyorum. Unesco Dünya Kültür Mirası olan bazilika, Rönesans esintileri taşıyan görkemli kubbesiyle beni selamlıyor. Leonardo da Vinci’nin ünlü “Son Yemek” (Last Supper) resmin burada yer alması bu bazilikayı özel kılıyor,  eseri görmek isteyenlerin birkaç hafta öncesinden rezervasyon yapmakta fayda var. Yolun devamında kentin diğer bir tarihi kilisesi olan Sant'Ambrogio yer alıyor. Kilisenin avlusunda biraz dinlendikten sonra Quadrilatero d'Oro’ya doğru yola koyuluyorum.



Milano’ya modanın kalbinin attığı bir kent desek yanılmış olmayız. Yılda iki kez düzenlenen Milano moda haftası Dünyanın dört büyük moda haftasından biri olarak kabul ediliyor. Amerikan ve İngiliz modacılar New York ve Londra moda haftalarında boy gösterdikten sonra İtalyan modacılar Milano’da son kreasyonlarını moda severlerin beğenesine sunuyorlar.

İtalyanlar için şıklık bir yaşam biçimi, halkın gelir durumu da iyi  olunca moda sadece dükkan vitrinlerinde değil herkesin üstünde yaşıyor. Mağazaların olduğu bölge Quadrilatero d'Oro olarak adlandırılıyor. Osmanbey’in dar sokaklarını andıran moda bölgesinde  Via Monte Napoleone, Via della Spiga, Via Sant'Andrea sokaklarında Gucci’den Versace’ye bir çok lüks mağaza yer alıyor.

Moda turun ardından kentin ünlü pizzacılarından Maruzzella’ya uğruyorum.  Porto Venezia’daki mekanın duvarı süsleyen resimlere baktıkça kendimi Napoli’de hissetmeye başlıyorum. Odun ateşinde Napoli usulü pizza yapan mekânda Margherita denemek istiyorum.  Buffalo mozzarella ile yapılan Margherita’nın yanına bir de bira ısmarlıyorum. Alman biraları yok ama hafif İtalyan birası da pizzayla iyi gidiyor. Pizza lezzetli lakin Roma’daki La Gatta Mangiona’nın bir gömlek aşağısı. Fiyatlar makul pizza, bira 10 Euro.
Yemek sonrası Corso Buenos Aires Caddesi yukarı çıkıyorum,  lüks mağazalar yerini orta direk mekânlara bırakıyor. Kısa bir yürüyüşün ardından Avrupa’nın en büyük tren istasyonlarından birisi beni karşılıyor. Mussolini tarafından yaptırılmış heybetli yapının karşından lastik devi  Pirelli’nın gökdeleni meydana sevimsiz bir hava katmış.

Milano’dan bahsetmişken futbolu es geçmek olmaz, Avrupa’nın sayılı futbol mabetlerinden San Siro kentin iki ezeli klübü Milan ve İnter’e ev sahipliği yapıyor. 90’lı yılların Gullit, Rijkaard, Van Basten’li efsanevi Milan;  Klinsmann, Ronaldo, Zanetti gibi dünya yıldızların formasını giydiği İnter eski günlerinden uzak olsalar da dünya futbol tarihine isimlerini altın harflerle yazdırmış iki büyük takım.
Akşam olunca Doumo’dan bir tranvay’a atlayıp soluğu Porta Romana’da alıyorum. Kentin dar sokakların birine gizlenmiş La Cantinetta damak tadına düşkünler için bir cennet zira turistlik bölgeden uzak, Toscana mutfağı yapan gerçek bir trattoria burası.
Mekanın mönünde carciofi al forno, crostini alla toscana gibi antipastiler var. Ravioli, tagliatelleler,  gnocchetti , papardelle gibi  primolar mevcut.  Tüm hamuri işleri  ev yapımı günlük hazırlanıyor.  Garson ravioli alla cantinetta tavsiye edince primo olarak almaya karar veriyorum. Ravioli hem taze hem lezzetli.
La Cantinetta mönüsünün baş aktörü kuşkusuz Toscana klasiği olan tagliata. Odun ateşinde pişen tagliata şapka çıkartılacak bir lezzet, sırf bunu yemek için bile La Cantinetta’ya gidilmeye değer. Yemeği iyi bir şarapla taçlandırmak mümkün. Şarap mönülerinde Barolo, Barbaresco gibi üst düzey şaraplar var ama Toskana restoranında Toskanalı gibi davranıp diyerek bir chianti açıyorum.

Yemeği tiramisu ile noktalıyorum, tatlının  baş döndürücü bir lezzeti yok ama mahçup ta etmiyor.  Üç çeşit yemek çeyrek şişe chianti ile beraber 30 Euro olunca mekândan çıkarken geriye bu lezzet diyarından cüzdanınızı hafifletmeden çıkmanın haklı gururu kalıyor.

Doumo’dan Via Torino caddesi boyunca indiğimde Avrupa’nın en eski kiliselerinden San Lorenzo Maggiore beni karşılıyor, yolun devamında ise Navigli kanalı yer alıyor.  Hava kararmaya başlayınca üniversiteli gençler çevredeki publara, klüblere akın ediyor, Navigli’de hayat renkleriniyor.
 

 

Hiç yorum yok: