Bir sonbahar günü
Malpensa havalimanına inerek Milano gezime başlıyorum. Havalimanı kent merkezine uzak, elli
kilometrelik bir mesafede. Fiera Milan fuar alanı yakınındaki otelim ikisinin
ortasında. Malpanse’dan merkeze
ulaşmanın en kolay yolu Cadorna trenine binmek. Milano bir turizm kentinden çok
bir ticaret kenti, yıl boyu süren fuarlara ev sahipliği yapıyor. Fuar alanı civarında uygun fiyatlı otellere
denk geliyor. Eşyalarımı otele bıraktıktan sonra şehri keşfime başlıyorum.
İlk durağım Ortaçağ
mimarisinin olağanüstü bir yansıması Duomo Katedrali. İnşası
beş yüz yıl yılda tamamlanmış bu katedral için Torino’daki Mergozzo Gölü'nden
elde edilen Candoglia mermeri getirilmiş. Milano; Roma, Floransa; Venedik kadar turistlik bir
kent değil ama bu devasa katedral için bile uğramaya değer.
Doumo’nun yanında
muhteşem bir başka eser yer alıyor: Galleria Vittorio Emanuele II. Büyüleyici
cam kubbesiyle bu pasaj kent halkının salonu olarak kabul ediliyor.
Restoranların, kafelerin sıralandığı pasajın bir ucu Doumo meydanına diğer ucu
ise dünyaca ünlü La Scala Opera binasına açılıyor. La Scala’nın önünden geçerken Verdi’nin La
Traviata’sında aryalar kulağımda yankılanıyor. Pasajın çıkışındaki bir sokaktaki ufak bir dükkanda risotto
milanese (milano usulu risotto) yazısını gözüme çarpıyor, bu kentin meşhur safranlı parmesanlı bir
pilavıyla açlığımı pizza randevusuna kadar yatıştırıyorum.