Metroya atlayıp soluğu Montmartre’da alıyorum. Şehrin telaşından uzak, Paris'in dokusunu hissedebileceğiniz sevimli bir semt Montmartre. Bu semtin dar sokaklarında dolaşırken Montmartre’da geçen Amélie filmini hatırlamamak ne mümkün! Amélie Poulain'in masalsı kaderinin anlatıldığı romantik komedi filminin Paris’te en iyi Montmartre’da çekilmesinin tesadüf olmadığını bu şirin semtin sokaklarını arşınladıkça anlıyorum.
6 Mart 2021 Cumartesi
Saint Germain civarı- Romantizmin başkenti Paris (6/7)
Seine nehrinin karşı tarafına geçip Sol yakanın kafeleriyle ünlü ana caddesi Saint Germain bulvarında turlamaya başlıyorum. Caddenin merkezinde bulunan Saint Germain des Pres kilisesi, hemen karşında ise kentin en popüler kafelerinden Les Deux Magots var. Saint Germain des Pres kilisesi çaprazındaki Bonabarte sokakta ise bir çikolata cenneti saklı. Dünyaca ünlü "haute couture" pasta şefi, Pierre Hermé’nın butik pastanesi her pastaseverin mutlaka ziyaret etmesi gereken bir adres.
Genç yaşta Paris’in en köklü pastanelerinden Fauchon’da pasta şefi olan Pierre Hermé, Paris’in en prestijli pastanelerinden Laduree’da bir süre çalıştıktan sonra 2001’de kendi pastanesini Rue Bonaparte’da açmış.
Minik dükkanda pastalar birer mücevher edasında sergileniyor. Ufak pastalar 6 Euro civarında, büyükleri ise 60-70 Euro'ya satılıyor, 12 adetlik minik makaronların paketi ise 25 Euro. Mus şokolalı pastayı tadıyorum, sıra dışı bir lezzeti var; 6 Euro’yu kesinlikle hak ediyor. Gül aromalı krema, bütün halde ahududu ve lychee ile yapılan güllü makaron Ispahan da denenebilir.
Haussmann'dan Vendome'a- Romantizmin başkenti Paris (5/7)
Yemekten sonra Boulevard Haussmann’da kısa bir yürüyüş yapmak istiyorum. III. Napolyon, 19. yüzyılda kargaşa içindeki başkenti şık ve düzenli bir kente dönüştürmek için yetenekli bir yöneticiyi görevlendirir. İlerde Paris’in güzelleştirme çalışmalarının sembolüne dönüşecek bu isim günümüzün meşhur bulvarı Boulevard Haussmann’a adını veren Haussmann’dan başkası değildir.
28 Şubat 2021 Pazar
Bastille'den Hotel de Ville'e-Romantizmin başkenti Paris (4/7)
Ertesi gün erkenden uyanıp Bastille yakınlarında şirin bir pastaneye sabah kahvaltısı için kruvasan almaya gidiyorum. Paris’te sadece pahalı butik pastanelerde kaliteli ürünlerle karşılaşmıyorsunuz; bazı şirin mahalle pastanelerinde de çok iyi pastalar yapıyorlar. Öyle ki; bu mahalle pastanelerinin kapılarında oluşan kuyruklar, ülkemizde ramazan ayındaki pide kuyruklarını aratmıyor. Tıpkı Bastille’deki Au Levain du Marais gibi.
Moulin Rouge- Eiffel- Romantizmin başkenti Paris (3/7)
Yemekten sonra otelimin
bulunduğu Place Clichy’ye geri dönüyorum. Place Clichy, Moulin Rouge ve
Sacre-Coeur’ün de yer aldığı Paris’in Montmartre bölgesinde bulunuyor. Otelimin
birkaç adım uzağındaki Moulin Rouge’a doğru yola koyulup Sacre-Coeur ziyaretimi
gezimin son gününe planlıyorum.Moulin Rouge’un bulunduğu Boulevard de Clichy
geceleri uyumayan, sabahlara kadar neon ışıkların yandığı, kabarelerin, gece
kulüplerinin olduğu canlı bir cadde. Moulin Rouge’un meşhur kırmızı yel
değirmeni etrafında toplanan kalabalık turist grubu şov vaktini sabırsızlıkla
bekliyor. Gösterinin 21 ve 23’de başlıyan iki seansı var, göz alıcı kostümler,
sahne ve ışıklandırma eşliğindeki bu revüyü izlemek isteyenlerin 95 Euro’yu
gözden çıkarması gerekiyor.
Quartier Latin'den Conconde'a- Romantizmin başkenti Paris (2/7)
Chez Casimir’den bir dönem entelektüellerin kalesi olan şehrin sol yakasına gidiyorum. St. Germain ve St. Michel caddelerinin bulunduğu bu yakada Parisliler belki eski günlerdeki gibi kafelerde felsefeden, sanattan uzun tartışmalar yapmasalar da buralarda zaman geçirmekten hâlâ hoşlanıyorlar.
Paris’in en eski kiliselerinden St. Severin’in yanından geçip 68 öğrenci isyanlarının odağı Sorbonne üniversitesine doğru ilerliyorum. Sağ tarafımda neo-klasik mimarisiyle Pantheon tüm görkemiyle yükseliyor. Paris'in koruyucu azizesi Geneviève'e ithaf edilen bir kilise olarak inşa edilmesine rağmen, Fransız Devrimi sonrasında kilise özelliğini kaybederek bir anıt mezar halini almış olan Pantheon, Voltaire ve Victor Hugo’nun son ikametgâhı.
Champs Elysees’den Notre-Dame’a- Romantizmin başkenti Paris (1/7)
Bir bahar günü romantizmin başkenti Paris’teyim. İstanbul’dan üç saatlik yolculuğun sonunda ulaştığım Charles de Gaulle havalimanından Montmartre’daki otelime yerleşmem gece 10’u buluyor. Kenti gezmek için sabahı beklemek yerine, Place Clichy’den 2 no’lu metroya atlayıp soluğu Champs Elysees’de alıyorum. Seine nehrinin ikiye böldüğü Paris'in sağ yakasının ana caddesi Champs Elysees gezimin ilk durağı Arc Triomphe. Paris’e gelen gençler Arc Triomphe gölgesinde ‘Oh, Champs Elysees’ şarkısını neşe içinde söylüyorlar.
22 Ocak 2021 Cuma
Baltıklar'dan izlenimler
Bir haftalık
seyahatimde kuzeye doğru yönelerek Eramusun başkenti Vilnous’dan, Baltıkların
Paris’i Riga’ya vardım. Ardından Old Town’uyla turistlerin gözdesi Tallin’den,
düzenli hayatıyla Helsinki kadar uzandım.
İlkbaharın yavaş
yavaş veda etmeye başladığı bir mayıs akşamında Litvanya’nın başkenti Vilnius’a
doğru yola koyuluyorum. Kışın çetin geçtiği için bahar ayını seçtiğim gezimin
ilk ayağı burası. Havalimanı
yakınlarındaki otele yerleşmem sekizi buluyor. Sabah erkenden tur grubuyla
şehri keşfe başlıyorum. Mayısta çalışanlar izin kullanmıyor, gruptakilerin çoğu
emekli. Beş yüz bin nüfuslu Vilnius Litvanya’nın başkenti ama bizim için bir
kasaba büyüklüğünde, bu kent en çok basketbolla anılıyor zira Litvanya dünyaca
ünlü basketbolcular yetiştiriyor. Komşu kent Kaunas’ın takımıyla olan rekabeti
de unutmamak lazım.
Bu kent denildi
mi akla bir başka Erasmus geliyor. Bir öğrenci kenti burası. Gezilecek yerlerin
sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor, yarım gün bu iş için yeterli. Eski
kentin tarihi kapısından Auros Vartu
boyunca ilerleyecek şehir meydanına varıyorum.
Etiketler:
Estonya,
Finlandiya,
Helsinki,
LetonyaTallin,
Litvanya,
Riga,
Vilnius
14 Ocak 2021 Perşembe
Bloemenmarkt'dan Leidseplein'a- Özgürlükler kenti Amsterdam(4/7)
Kanal turu yapan birçok firma var ama kanalları gezmenin en iyi yolu yürümek veya bisikletle gezmek; zira yorucu olsa da bir o kadar keyifli. Amsterdam’ı Amsterdam yapan kanallar uzak ülkelerden gelen malların şehre ulaşabilmesi için, mimariyi belirleyen yüksek tavanlı hanlar ise gelen malların depolanması için. Kanal isimleri grachten kelimesiyle bitiyor; kentin üç önemli kanalı Herengracht (centilmen kanalı), Keizersgracht (imparator kanalı) ve Prinsengracht (prens kanalı). Kenti dolaşırken yolunuzu kaybederseniz, kanalların merkezden dışa doğru alfabetik dizildiğini (H, K, P) akılda tutmakta fayda var.
Burası Avrupa’nın en güzel kentlerinden biri, bu kentte kanallar adeta doğayla dans ediyor. Kenti hem sarıyor sımsıkı kucaklıyor, hem de ona nefes aldırıyor. Yeşille grinin güzel bir birleşimi bu kent. Gökyüzünün griliği yeryüzündeki yeşili gölgelemiyor, insanların yüzünde puslu bir perdeye yol açmıyor. Aksine büyük çoğu bisikletin üzerinde olan kentliler her zaman yüzlerinde hafif bir tebessümle geziyorlar.
Begijnhof'dan Brouwersgracht'a- Özgürlükler kenti Amsterdam(3/7)
14. yüzyılda Katolik rahibeler tarafından yapılan Begijnhof, zarif evleriyle Amsterdam sokaklarının arasına gizlenmiş bir huzur vahası gibi. Kazara burayı keşfetmek mümkün değil; zira ufacık kapısının önünden yüz defa geçsem yine de burayı fark etmem mümkün değil. Begijnhof’un arkasındaki Historich Amsterdam müzesi ise kentin tarihinin izlerini sürmekte.
Oude Kerk'den De Waag'a- Özgürlükler kenti Amsterdam (2/7)
Amsterdam’da tramvay ve metro ile her yere ulaşmak mümkün ama kent sakinleri için bisikletin yeri bambaşka. Dünyanın en düz kentlerinden birisi olan Amsterdam’ın caddelerinde bir milyonu aşkın bisikletli pedal çeviriyor. Kaldırımların sol tarafını bisikletlere ayırmış, bisikletli olmak bu kentte bir ayrıcalık. Bisikletler ne ışık dinliyor, ne yaya geçidi; son sürat gidiyorlar. Amsterdam’a yeni gelenlerin bu trafiğe alışması zaman alıyor.
Dam Meydanın'dan Centraal Station’a- Özgürlükler kenti Amsterdam (1/7)
Venedik’ten çok kanala, Paris’ten çok köprüye sahip olan “Kuzey’in incisi Amsterdam” ziyaretçilerine unutulmaz bir tatil vaat ediyor. Kenti sarmalayan kanallar yaşam sahnesinden roller dağıtıyor sanki insanlara, kanalların üzerindeki onlarca köprü ise yaşam sahnesinde karşılaşanları birbirine bağlıyor adeta.
‘Tanrı dünyayı yarattı, Hollandalılar da Hollanda’yı’ desek yanılmış olmayız; zira Amsterdam aslında yoktan var
edilmiş bir kent, topraklarının büyük kısmı deniz seviyesinin altında ve şehrin tamamına yakını doldurma. Hollanda’da birçok yerleşim biriminin ismi “baraj” anlamına gelen dam kelimesiyle bitiyor. Amsterdam keşfime Dam meydanıyla başlıyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)