Metroya atlayıp soluğu Montmartre’da alıyorum. Şehrin telaşından uzak, Paris'in dokusunu hissedebileceğiniz sevimli bir semt Montmartre. Bu semtin dar sokaklarında dolaşırken Montmartre’da geçen Amélie filmini hatırlamamak ne mümkün! Amélie Poulain'in masalsı kaderinin anlatıldığı romantik komedi filminin Paris’te en iyi Montmartre’da çekilmesinin tesadüf olmadığını bu şirin semtin sokaklarını arşınladıkça anlıyorum.
Bu şirin tepe köyün ara sokaklarından ressamlar tepesine (Place du Tertre) çıkıyorum. Meydandaki turistlerin kimi beğendiği resimleri alıyor, kimisi portrelerini yaptırıp Paris ziyaretini ölümsüzleştiriyor. Ressamlar tepesinden; Sacre Coeur bazilikasına doğru çıkıyorum. Fransa-Prusya savaşında ölen 58,000 Fransızın anısına inşa edilmiş, Sacre coeur göz alıcı beyazlığıyla Paris’in üstündeki bir ay gibi ışıldıyor.
Güneş Kral olarak anılan XIV. Louis’nin ihtişama olan düşkünlüğünün yansıması Versailles Sarayı Paris’te görülmeye değer bir diğer adres. XIV. Louis öyle görkemli bir saray yaptırmış ki, o zamandan sonra Avrupa’da yapılacak saraylara referans noktası olmuş. Sarayın formel bahçelerindeki geometrik desenler olağanüstü.
7’den 70’e herkesin ilgisini çekebilecek bir şehir bu Paris. Kent merkezinin 30 km dışındaki Disneyland Resort’ta küçükler masal dünyasının perdelerini aralıyor. Dünya bir sahne ise, bu şehir o sahnenin son perdesi. Paris’te yaşamak benzersiz bir deneyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder