22 Ocak 2021 Cuma

Baltıklar'dan izlenimler

Bir haftalık seyahatimde kuzeye doğru yönelerek Eramusun başkenti Vilnous’dan, Baltıkların Paris’i Riga’ya vardım. Ardından Old Town’uyla turistlerin gözdesi Tallin’den, düzenli hayatıyla Helsinki kadar uzandım.


İlkbaharın yavaş yavaş veda etmeye başladığı bir mayıs akşamında Litvanya’nın başkenti Vilnius’a doğru yola koyuluyorum. Kışın çetin geçtiği için bahar ayını seçtiğim gezimin ilk ayağı burası.  Havalimanı yakınlarındaki otele yerleşmem sekizi buluyor. Sabah erkenden tur grubuyla şehri keşfe başlıyorum. Mayısta çalışanlar izin kullanmıyor, gruptakilerin çoğu emekli. Beş yüz bin nüfuslu Vilnius Litvanya’nın başkenti ama bizim için bir kasaba büyüklüğünde, bu kent en çok basketbolla anılıyor zira Litvanya dünyaca ünlü basketbolcular yetiştiriyor. Komşu kent Kaunas’ın takımıyla olan rekabeti de unutmamak lazım.

Bu kent denildi mi akla bir başka Erasmus geliyor. Bir öğrenci kenti burası. Gezilecek yerlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor, yarım gün bu iş için yeterli. Eski kentin tarihi kapısından Auros Vartu  boyunca ilerleyecek şehir meydanına varıyorum.


Turistler kapının girişindeki kilisenin tepesine çıkıp foto çekmekten keyif alıyorlar ama ben şehir meydanında deklaşore basmayı tercih ediyorum. Instagram’a koyduğum bu foto beğeni topluyor. Kentin ünlü klüplerin yer aldığı bu meydanda Litvanyalı gençler lüks arabalarıyla piyasa yapıyorlar, arabaların arasında bir z4’te görüyorum.

Birbiri ardına dizilen restoranların arasında Gediminas Kalesinin olduğu meydana varıyorum. Panoromik Vilnius manzarası isteyenler dik merdivenleri çıkmayı göze alıp, kalenin tepesine çıkabilir. Caddenin üstündeki chapuri yapan büfe bir şeyler atıştırmak isteyenler için biçilmiş kaftan.

Meydandan sağ tarafa doğru ilerleyince gotik bir kilise karşımda yükseliyor, yolun devamında ise entrasan bir semt var. Uzupis Cumhuriyeti. Kendine ait bir anayasası olan matrak bir yer burası. Entellerin meskeni olan  Uzupis’i biraz dolaştıktan sonra Vilnius’un ana caddesi Gedimo’daki Boom Burger’de bir yemek molası veriyorum. Sosyetenin dolaştığı bu cadde ve Vilnous ve İskanjus sokaklarında barlar haftasonu tıklım tıklım doluyor.

Sabah erkenden Riga’ya hareket ediyorum. Letonya’nın biralarıyla ünlü Baukas kentinden bir öğlen molası verdikten sonra Baltıkların Paris’i Riga’ya merhaba diyorum. Eski kentin birkaç kilometre uzağındaki bir adada yer alan otelinden merkeze ulaşmam zor olmuyor. Daugava nehri kenarına kurulmuş bu kent art nouveau binaların süslediği geniş bulvarlarla Paris’i anımsatıyor. Sıcaklık otuz derece ama kentin dört bir yanı birçok parklar ve bahçelere bezendiğinden  imdada yetişiyor. Nehir kenarında sandal keyfi yapan çiftleri izlerken kendimi özgürlük meydanında buluyorum.

Meydanı kentin simgesi House of Blackheads’e bağlayan Kalku caddesi her daim kalabalık. Riga kenti kadar kızlarını da güzelliği dillere destan. Etrafta dolaşan birbirinden güzel kızdan gözümü alamıyorum. Eski kente birkaç küçük yapı dışında dikkat çeken bir bina yok.House of Blackheads önünde bir hatıra fotoğrafı çektirdikten sonra Dom katedralline varıyorum. Geri planda görülen devasa Fen Akademisi Binası Riga’daki Stalin mimarisinin yansıması.


Baltık turumdan dört ülkenin başkentini gezdim,  aralarında açık  ara en güzeli Riga’ydı.  Balık pazarında yer alan Silkites un Dillites lezzet severlerin es geçmemesi gereken bir adres zira taptaze balıklardan enfes yemekler yapıyorlar, somonları şimdiden favorim oldu. 

Eski şehirde yaptığım turun ardından  ünlü Sovyet yönetmen Sergei Eisenstein’ın babası Mikhail’in Riga’ya kazandırdığı  art noveu binaları görmek için elizabet ve alberta caddelerine doğru yola koyuluyorum. Kentin birkaç sokağına saklanmış ilginç mimarili binaları inceledikten sonra Radisson Blu oteline doğru ilerliyorum. Kentin panaromik manzarasını izlemek isteyenler için bu otelin terası biçilmiş kaftan. Riga’da deniz keyfi yapmak isteyenler içinse 20 km uzaklıktaki Jurmala görülmeye değer. 


Ortasında bir kanalın geçtiği, sokakları güzel binalaralar süslenmiş Baltıkların Paris’i bu şehirde zaman su gibi akıp geçiyor, Aksam kente dolaşırken Kalku sokağındaki pelmeni tabelası dikkatimi çekiyor, pelmeni bizim mantının Rusçası, genelde Eski Sovyet coğrafyasındaki ülkelerde hamurumsu, lezzetsiz mantılarla karşılaştım, buradan pek ümitli değilim ama yine de bir deneyim diyorum.

Çıtı pıtı Rigalı kızlar mantıyı  self servis  tezgâhtan alıyor, sonra tartıp ödüyorlar.  Ben aynı şekilde bir tabak mantı alıyorum, sirkülasyon çok olduğundan mantılar hamurlaşmamış, mantı hiç tahmin etmediğim kadar lezzetli bedavadan biraz pahalı olması da cabası, 2 Euro. İstanbul’da böyle bir mantıcı olsa her hafta sonu giderim! 
Dört saatlik bir otobüs yolculuğunun ardından Ülemiste gölü yakınlarındaki otelime varıyorum. Üç gün Tallin’de kalacağımdan 8 euroya toplu taşıma kartı alıyorum. Otele eşyalarımı bıraktıktan sonra tranvayla yarım saatte Viru kapısındayım. Tallin liman kenti olduğundan Riga Ve Vilnius’e göre daha çok turist çekiyor.  Riga kadar güzel bir kent değil,  gereksiz bir popülaritesi var bu kentin, Old Town içinde bir süre kafe ve barlar var, akşamın geç saatlerime kadar ortam canlı.


Aleksandr Levksi Katedrali eski şehrine soğan kubbeleriyle renk katıyor. St Olav kentin bir başka önemli kilisesi. Old town yüksek tepelik bir bölgeye kurulmuş, yürümek için ideal değil,  Patkuli ve  Piiskopi gözlem noktaları kentin panaromik görüntüsünü çekmek için biçilmiş kaftan. Old town meydanı her zaman hareketli, yazın meydanda klasik müzik konserleri veriliyor. Meydanda bir süre vakit geçirdikten sonra Patkuli  gözlem platformuna  doğru tırmanıyorum. Dik bir çıkış ama pişman olmuyorum zira Patkuli’de şehir manzarası ayaklarımın altına seriliyor.


Tallin merkezde Old Hansa gibi turist kapanı çok restoran var. Hell Hunt ise istisna bir yer. Çeşit çeşit bira yapan Hell Hunt gidilmeye değer bir adres. Gece hayatı canlı fakat pek te doğal güzelliği olmayan bu kentte fazla zaman kaybetmemeyi düşünüyorum ve limandan ertesi gün için Helsiki’ye 30 euroya  gidiş dönüş bilet alıyorum. 

Birkaç akşam eski şehirde denediğim restoranlar beklentimi karşılamayınca, Tallin merkeze  30 kilometre uzaklıktaki Viking köyüne doğru yola koyuluyorum. İçerisinde bir Viking kalesinin de yer aldığı köy hafta sonu çocuklu aileler için ideal. Mönü balık ağırlıklı, balıkları ızgarada veya füme olarak pişiriyorlar.
Somon yemek istemem kendi balığını kendim tutarım diyenler, bir otla isteyip alabalık avına çıkabilir. Oldu da balık bir türlü oltanıza takılmadı, mekândakiler sizin için bir balık tutuyorlar. Bir süre sabırlı bir bekleyişten sonra balık tutmayı başarıyorum, grupla gittiğimizden alabalıkla birlikte somon ve salata da sipariş ediyorum.  İçecek olarak eski Rus coğrafyasının geleneksel içkisi kvası alıyorum. Sovyet kolası olan adlandırılan kvas çavdar ekmeğin mayalanmasıyla elde edilen düşük derecede alkolü, serinletici bir içecek.

Somonun anavatanı olan bu topraklarda kötü somon bulmak imkânsız, alabalık ta sınıfı geçiyor. Yemek sonrası ister Viking baltalıyla, oklarıyla atış yapın; ister Pirita nehri boyunca bir yürüyüşe çıkın, karar sizin!

Sabah feribotla Tallin’den Helsinki’ye gidiyorum, sanki Beşiktaş’tan Kadıköy’e geçer gibiyim, ulaşım rahat, feribot konforlu, 2 saatte Finlandiya’nın başkentindeyim. Eski Demir Perde ülkeleri Euroya geçtikçe hayat pahalılaşıyor, Riga, Tallin’de bu kolaylıkla fark edilebiliyor, Macaristan ve Çekya’nın Euro’ya geçmemesi çok mantıklı.  Tallinn’in karşında hayat daha da pahalı, etiketlerden Avrupa Birliğinde olduğunuzu hissediyorsunuz. Helsinki pek te turistlik bir kent değil, kışın çetin geçtiği bu kentte yaşayanlar para kazanmak için buralara geliyor, sokaklar Müslüman, fakir göçmenlere dolu, bir yanda da zengin Finliler var. 

Limandan yürümeye başlıyorum, ikinci el eşya pazarının içinden geçip yol boyu ilerleyince Uspenski Katedrali karşımda yükseliyor.  Senato meydanı, tarihi tren istasyonu yürüme mesafesinde. St. John kilisesi etraftaki bir başka güzel mimari yapı.  Senato meydanındaki II. Aleksander heykeli Rus Fin tarihinin yansıması.


Meydandan opera binasına uzanan dik bir cadde var,  Caddenin başında yer alan müzik müzesinin önündeki heykel ilgi çekici. Sahilde Eminönü’deki balık ekmekçiler gibi tezgahlar var, somon satıyorlar, salaş taburelerde somon ekmek yemek 13.5 Euro, burada hayat gerçekten pahalı!

Hiç yorum yok: