16 Kasım 2015 Pazartesi

Vatikan-Medeniyetini tarihinden alan kent-Roma (8/10)

              On dakikalık bir yürüyüşün ardından Katoliklerin ruhani lideri Papa’nın yönettiği dünyanın en küçük devleti olan Vatikan’a varıyorum. Buraya girmek için bir vize gerekmiyor ama girişteki güvenlik kontrolünün önü her daim kalabalık. Roma’ya gitmişken San Pietro Bazilkası’nı görmemek olmaz diyerek yarım saat kuyrukta bekledikten sonra dünyanın en büyük kilisesine girmeyi başarıyorum.


Girişte sağda Michelangelo’nun Pieta’sı beni karşılıyor. Sanki Michelangelo mermerin içindeki Meryem’i görmüş ve onu serbest bırakıncaya kadar yontmaya devam etmiş, tek kelimeyle olağanüstü. Az ilerimde ise Bernini’nin Pantheon’dan sökülen bronz putrellerden yaptığı dev sayvan arz-ı endam ediyor.

Floransa’da hayranlık uyandıran heykelleriyle tanınmış Michelangelo Roma’da ressam ve mimar yönü ön plana çıkıyor. Uzun yıllar Vatikan’ın baş mimarı, ressamı, heykeltıraşı olarak görev yapan Michelangelo San Pietro Bazilikası’nda yaptığı görkemli tavanla dehasını bir kez daha gözler önüne seriyor. 
San Pietro Bazilikası o kadar görkemli ki zaman burada su gibi akıp geçiyor. Dışarıya çıktığımda Bernini’nin şaheseri San Pietro Meydanının turist akınına uğradığını fark ediyorum. Turistler Michelangelo’nun tasarladığı üniformalara bürünmüş Vatikan muhafızlarıyla foto çektirmek telaşında, lakin benim ilgimi muhafızlardan çok San Pietro Meydanı çekiyor.
Tepelerinde yüz kırk heykelle süslenmiş, iki yüz seksen dört traverten sütunla çevrili San Pietro meydanımükemmel bir geometriye sahip, elips meydanın ortasındaki İS 37’de Mısırdan getirilen dikilitaştan sütunlara bakıldığında dört sütun tek bir sütun olarak görünüyor. Olağanüstü mimarisiyle bu meydan birçok filme de konu olmuş. Tıpkı Dan Brown’un  “Melekler ve Şeytanlar” romanından aynı isimle sinemaya uyarlanan filmi gibi. Papa adayı dört kardinali kaçırıp, her saat başı birini öldüren bir katil ile onun izini süren Harvard’lı sembol bilimcisi Robert Langdon’un macerasını konu alan Melekler ve Şeytanlar filmi; Roma’yı ziyaret etmeyi düşünenler mutlaka izlenmeli; zira filmde kentin mimari zenginlikleri gözler önüne serilmiş.
 Soluk soluğa geçen kovalamacada üç kardinali sırasıyla San Pietro Meydanı, Santa Maria della Vittoria ve Santa Maria del Popolo’da ölümüne engel olamayan Robert Langdon; sonuncu kardinali kentin en güzel meydanlarından Piazza Navona’nın dört nehir çeşmesinde boğulmak üzereyken kurtarıyor. Kentin sokaklarında gezerken filmden çeşitli kareler gözümün önünde canlanıyor, bir film bir kenti ancak bu kadar güzel anlatabilir!
San Pietro Meydanı’ndan Vatikan müzesine doğru yürüdüğümde müzenin önünde San Pietro Bazilikasındaki gibi bir kuyrukla karşılaşıyorum. Batı uygarlığının küçük ölçekli bir örneği olan 7 km uzunluğundaki oda ve galerilerden oluşan bu müzeye önceki Roma ziyaretimde fırsat bulamadığımdan bu sefer gezmek istiyorum. Kırk beş dakikalık bir bekleyişten sonra 15 Euro ödeyip sanatsal zenginliklerle dolu hazinenin içindeyim.
Pinturicchio’nun fresklerle bezenmiş Borgia dairelerinden geçerek Sistine şapeline ulaşıyorum. Burası Vatikan müzesinin en özel bölümü, içeriye girer girmez bambaşka bir dünya içinde olduğunuzu anlıyorsunuz.
Michelangelo’nun tavan süslemelerini yaptığı Sistine Şapeli’nde yüzlerce insan büyük bir huşu içinde sanatın eriştiği doruk noktası kabul edilen resimlere hayranlıkla bakıyorlar. Bu resimlerin en ilginci kuşkusuz Adem’in yaratılışı tablosu. Papalık seçimlerinin de yapıldığı bu şapelin ilginç bir yapım öyküsü var. Michelangelo Yargı freskini yaptığı dönemde Raffaello bu freskteki bazı figürleri görüp kendi eserlerinde kullanmış,  durumu Michelangelo fark edince; mimar şehir dışına gittiği zamanlar şapelin anahtarını yanına almaya başlamış.
Tüm hayatını ve enerjisini eserlerine adamış olan Michelangelo, hiç evlenmemiş, ‘Sanat bana fazlasıyla eş oldu, beni daima çalıştırdı, çabalattı, geride bıraktığım eserlerim ise çocuklarımdır, hiçbir değeri olmasa bile ben onlarda yaşarım’ demiş; haksız da değil. Dâhi heykeltıraş yüzyıllardır eserleriyle yaşıyor, binlerce insanı peşinden Roma’ya sürüklüyor.

Sistine Şapeli’nden diğer bir ilgi çekici mekân olan Raffaello Odalarına geçiyorum. Raffaello'’nun en ünlü fresklerinin yer aldığı La Stanza della Segnatura'da (İmza Salonu) dolaşırken enterasan bir fresk dikkatimi çekiyor. Freskin birinde Rambo filmlerinin ünlü aktörü Sylvester Stallone ile çok benzeşen bir figür (sol arkada)  var, belki de bu kişi İtalyan asıllı ünlü aktörün büyük büyük dedesidir!
Fresklerle bezenmiş dairelerin her birini hakkını vererek gezsem bir günümü geçirmek işten bile değil; lakin o kadar vaktim yok. Müzenin estetik harikası spiral merdivenden inerek Castel Sant’Angelo’ya doğru yola koyuluyorum.

Hiç yorum yok: