Tuna’nın geçtiği birçok kent var ama hiçbiri bu
nehrin güzelliğini Budapeşte kadar yansıtmıyor. Hava kararmaya başlayınca Tuna
nehri kenarı mükemmel bir şekilde aydınlatılıyor. Budapeşte akşamları doyumsuz
bir manzara vaat ediyor.
Soğukların
kendini hissettirmeye başladığı bir sonbahar günü Tuna'nın kraliçesi
Budapeşte’deyim. Tuna’nın Buda ve Peşte olarak ikiye ayırdığı bu güzel kenti
keşfime Buda yakasından başlıyorum.
Yaklaşık yüz elli yıl Osmanlı egemenliğinde
kalan bu topraklardaki ilk durağım Macar Kralların taç giydikleri Matyas
Kilisesi; 15. Yüzyılda yeniden inşa edilen bu görkemli katedral Osmanlı
döneminde cami olarak faaliyet göstermiş.
Gül pencerelerle süslü neo-gotik
katedralin içinde biraz vakit geçirdikten sonra yönümü Tuna’ya çevirip pitoresk
kulelerle bezenmiş Balıkçı Tabyasına varıyorum.
Tabyanın
merdivenlerinden yukarı çıktığımda önümde Tuna nehri, nehrin ardından güneş
gibi parlayan Parlamento binası ve Tuna’nın güzelliğini taçlandıran Zincir
köprü arz-ı endam ediyor. Akşamları doyumsuz bir manzara vaat eden bu
merdivenler turistlerin akınına uğruyor.
Balıkçı
Tabyasında bir Budapeşte hatırası çektirdikten sonra barok ve gotik binaların
birbiri ardına sıralandığı Lordlar caddesinden Buda Kalesine ulaşıyorum.
Geçmişte bir kalenin yer aldığı bu bölgeye Maria Theresa bir saray inşa
ettirerek Budapeşte’deki Habsurg ihtişamını gözler önüne sermiş.
Kraliyet
Sarayı’nın yanındaki Macar Ulusal Galerisi kırk bini aşkın eserin sergilendiği
bir sanat mabedi. Buda kalesi halen Macarlar için iktidarın bir simgesi zira Macaristan
Cumhurbaşkanı 100 metre ilerideki Sandor Sarayı ikamet etmekte. Kaleye funiküler ile de çıkmak mümkün ama
pahalı bir alternatif.
4 yorum:
Fotoğraflarınız çok başarılı ellerinize sağlık
Teşekkürler
Bizi yollarına düşürücek bir yazı!
Teşekkürler, şimdiden iyi yolculuklar!
Yorum Gönder