Tuna nehrinin ortasındaki yemyeşil bir vadi olan Magirit
adasından ilerleyerek kentin tarihi garı Nyugat Ter’e varıyorum. Yolun
devamında ise Budapeşte’nin en geniş bulvarları, en güzel malikânelerini
barındıran Varosliget semti yer alıyor.
Az ilerimde heykellerle süslü devasa Kahramanlar Meydanı
arz-ı endam ediyor. Solumdaki Vajdahunyad Kalesi ise rönesans, gotik, barok
mimarisinin mükemmel bir sentezi. Kaleyi çevreleyen 20 binaya bakınca Macar
mimarisinin gelişimine şahitlik ediyorum.
Kahramanlar meydanın yanında
Raffaello, Goya, Velazque gibi dâhilerin eserlerini barındıran Güzel Sanatlar Müzesi
sanatseverlerin es geçmemesi gereken bir adres. Ayrıca neo-barok ön cephesiyle
Szechenyi Hamamları etraftaki görülmeye değer diğer bir yapı.
Yönünü Tuna’ya çevirip Varosliget’i kent merkezine bağlayan
Andrassyi Ut bulvarını arşınlamaya başlıyorum. Sanki Budapeşte’de değil
Paris’teyim. Yüz metre ilerimde dünya klasik müzik tarihine ismini altın
harflerle yazmış; Macarların dünyaca ünlü bestecisi Franz Liszt’in evi
var. Günümüzde müzeye dönüştürülen ev
sanatçının hayranların akınına uğruyor.
Zarif Andrassyi Ut üzerindeki Opera binası
ise kentin eski şaşaalı günlerini yansıtıyor. Birçok sanatçıyı ağırlamış bu
operada bir gösteri izlemekte fayda var; zira salon olağanüstü bir ambiyansa
sahip ve fiyatlar Avrupa’nın diğer şehirlerine kıyasla çok makul.
Opera binasını selamlayıp Deak Ter’e varıyorum. Deak metro
durağında sarışın mavi gözlü Macar kızlar arkadaşlarını bekliyorlar. Güzel
oldukları kadar sıcak insanlar Macarlar zira Orta Asya’dan göçen Türk
kavimlerini barındıran Macaristan bize birçok yönden benziyor. Elma, kapı, arpa
ortak kullandığımız kelimelerin sadece birkaçı. Bir de Türk konukseverliğinin
örnekleriyle karşılaşınca bu kentte kendimi hiç yabancı hissetmiyorum.
Meydanda sağıma baktığımda ilk Hristiyan hükümdar Aziz Istvan
adına yapılan katedral tüm heybetiyle karşımda yükseliyor. Doksan metre kubbesiyle taş yerine duygularla
yapılmış bu şaheser şehrin her yerinden görülüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder