Kentin dar arnavut kaldırımlarında veya küçük meydanlarında gezerken bir sanat eserinin içinde gezdiğinizi fark etmemenize imkân yok. Farklı ressamların yaptığı tabloların içinde geziyormuş gibiyim. Belki de bu sebepten bir milyon nüfuslu bu kent yılda yirmi milyon turist ağırlıyor. Türklerin de favori tatil meskenlerinden birisi Prag.
Eski Şehrin en işlek caddesi olan Karlova ve çevresinde hediyelik eşya satıcılarına Türk olduğunuzu söylediğinizde ‘Merhaba arkadaş nasılsın?’ gibi cümlelerle karşılaşırsanız şaşırmayın. Bu dükkânlarda en çok Bohemya kristali, Swarovski taşlar, kuklalar ve bira bardakları rağbet görüyor.
Vlata nehri kıyısında kısa bir yürüyüş yapıyorum, Çek kültürü ve bağımsızlığının sembolü Tiyatro binası tüm ihtişamıyla karşımda arz-ı endam ediyor. Az ilerimdeki ise ünlü mimar Gehry’nin Danseden evi (Tancici Dum) yer alıyor. Dans eden bir çiftin (Ginger Rogers -Fred Astaire) betimlendiği Tancici Dum ilginç post-modern mimarisiyle hayranlık uyandırıcı.
Tancici Dum’dan Vlata’nın karşı kıyısına geçip funiküler ile Petrin tepesine ulaşıyorum. Tepeye gizlenmiş ahşaptan bir huzur vahası karşıma çıkıyor. Ukrayna kilisesi olarak da adlandırılan St. Michael kentin romantik adreslerinden.
Tepeden Kampa adasına doğru yola koyuluyorum. Nehir kıyısındaki sevimli değirmenin önünden geçip, komünist rejimin son günlerinde gençlerin toplandığı, Beatles’ın şarkı sözleriyle süslenmiş John Lennon duvarını selamlıyorum.
Yaratıcılığa davet eden bu kentte gün batımı ile birlikte tiyatro binasının aydınlatılan neo-klasik kubbesi Vlata’yı adeta taçlandırıyor. Kısa bir yürüyüşten sonra ise modern Prag’ın simgesi Vaclac Meydanı’na ulaşıyorum. Kral Vaclac’ın bronz heykeli ve arkasında Narodni müzesinin yer aldığı bu bulvar Champs Elysees’yi anımsatıyor.
Hitler’in savaşta bombalamadığı ender kentlerden birisi Prag. Bu kentin görkemli meydanı Vaclac da birçok tarihi olaya sahne olmuş, yakın geçmişte komünizmin sona erişi de bu meydanda kutlanmış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder