Geçen ilkbahar Akdeniz’in incisi Barselona’daydım. İstanbul‘dan Valencia’ya uçuş, ardından karayoluyla Barselona’ya ulaşmam gece yarısını buldu. Sabah erkenden kalkıp hafif bir kahvaltının ardından kenti keşfetmek için yola koyuldum.
Barselona’nın tren ve metro ağı ile kentin dört yanına uzanan, İstanbul’u kıskandıracak bir ulaşım ağı var. Merkez dışındaki yerlere gece saat 12’ye kadar tren seferlerinin olması da büyük kolaylık Tüm toplu taşıtlarda geçerli olan ekonomik 10’luk bileti alıp, ilk trenle soluğu Barselona’nın kalbinin attığı Katalonya meydanına alıyorum.
Barselona, İspanya’nın on yedi özerk bölgesinden biri olan Katalonya bölgesinin başkenti ve ülkenin Madrid’ten sonra ikinci büyük şehri. Bölgeden ismini alan ve kentin en büyük meydanı olan Plaça de Catalunya’yı tüm yolların kesiştiği yer olarak adlandırsak yanılmış olmayız. Zira eski şehir Ciutat Vella ile Modernisme tarzı binalarla süslenmiş Eixample’nın tam orta noktası burası.
İspanyol siyaset gündeminin sıcak olduğu günlerden birindeyiz. İspanyol hükümetinin uygulamalarını protesto eden öğrenci gösterilerine sahne olan Plaça de Catalunya hınca hınç dolu. Sağ tarafım La Rambla, solum ise Passeig de Gracia. Deniz yönünde ilerlemeye karar verip, La Rambla boyunca yürümeye başlıyorum. Keşif amaçlı dolaşmanın en iyi yolu yürümek zira Barselona oldukça düz bir kent.
İspanya’nın güneyinde Arap izleri karşıma çıkıyor. Victor Hugo’nun ‘Dünyanın en güzel caddesi’ olarak tanımladığı, turistlerin gözdesi La Rambla da adını ‘kumlu, kurutulmuş akarsu yatağı’ anlamına gelen Arapça bir kelimeden almakta. Ortası yayalara ayrılmış La Rambla’da günün her saati ilginç kostümlü sokak göstericilerinin şovlarına tanık olabilirsiniz. Burası 2 km uzunluğunda, Akdeniz’in masmavi sularına kadar uzanan cıvıl cıvıl bir cadde.
Caddenin başında Canaleta adında küçük bir çeşme var. Barselona’ya sıkça gelmek istiyorsanız, La Rambla’ya girişteki bu sevimli çeşmeyi es geçmeyin; çünkü, bu çeşmeden içenlerin Barselona’ya tekrar gideceğine inanılıyor. Sağımdaki Carrefour ise yiyecek içecek ihtiyacı için en ekonomik çözüm. Yabancı gazete ve dergi satan tezgâhlara bir göz attıktan sonra kuşlar ve çiçekler arasından yoluma devam ediyorum. Biraz ileride Barselona’nın tarihi pazarı La Boqueria arz-ı endam ediyor. İspanya’nın en büyük pazarlarından olan La Boqueria'nın geçmişi on üçüncü yüzyıla dayanmakta. Taze deniz ürünleri, egzotik meyveler, Pinotxo, El Quim gibi ünlü tapacıların bulunduğu ilginç bir adres burası.
İspanya’ya gelmişken tapalardan bahsetmemek olmaz. Sevilla kentinde barmenlerin müşterilerine sundukları şeri kadehlerinin üzerlerine sinekler girmesin diye, ekmek dilimiyle kapatmaları sonucunda ortaya çıkan küçük atıştırmalıklar; nam-ı diğer tapalar gastronomi dünyasının yeni yükselen yıldızına dönüştü. Aceitunas (zeytin), tortilla espanola (İspanyol omleti), gambas (karides), almajas (deniztarağı), pulpo (ahtapot) tapa çeşitlerinin sadece birkaçı.
La Boqueria'dan içeri girdiğimde taze balık, et, meyve, sebze tezgâhları beni karşılıyor. Sekiz-on sandalyelik El Quim’de yer bulmak mekânı bulmak kadar kolay olmuyor. Yine de şansım yaver gidiyor ve on dakika içinde bir sandalye boşalıyor. El Quim’de yazılı bir mönü yok, mekânın sunduğu tapalar kara tahtaya İspanyolca yazılmış. İspanyollar pek İngilizce bilmediğinden bazı tapa isimlerinin İspanyolcasını bilmekte fayda var.
Yemeğe Katalanların meşhur minik fasulyelerini tadarak başlıyorum; fasulyeler birer lezzet bombası. Yarımşar porsiyon karides ve deniztarağı sipariş edip yanına İspanyol köpüklü şarabı Cava ısmarlıyorum. Büyük karidesler ve deniztarakları birer başyapıt. İspanyollar karidesi özel bir şekilde tadıyorlar. Karidesin başını kesip önce gövdesini yiyip sonra kafasının suyunu içiyorlar; hatta bunu yaparken karidesi farklı şaraplarla eşleştiriyorlar. Deniz ürünlerinin olağanüstü kalitesi düşünüldüğünde El Quim’de fiyatlar makul sayılabilir. Yarımşar porsiyon karides ve deniztarağı toplam onbeş Avro, fasulye ve Cava ise ikişer Avro.
Bu güzel ziyafetin ardından caddenin sağındaki Escriba pastanesini selamlayıp, Hemingway’ın Barselona’da ikamet etmekten hoşlandığı Hotel Oriente’nin önünde geçiyorum. Otelin hemen ardındaki sokağın içinde kentin en ilginç Modernisme yapılarından birisi saklı.
Barselona’da 19. yüzyılın sonunda art nouveau sanat akımının bir biçimi olan Modernisme doğdu. Klasik mimarinin katı formlarına, renksiz taşlarına, kalıplarına karşı isyan eden; el emeğine önem veren bu üslup Katalan milliyetçiliğinin oluşmasında da etkili oldu. Surları yıkıp şehirlerini baştan aşağı yeniden kurma kararı alan Katalanlar Art Nouveau tarzı binalar ile donattılar şehirlerini. Modernisme’in en önemli savunucularından biri de Barselona‘dan aldığı yaşama sevincini doğaya olan hayranlığı ile birleştiren mimar Gaudi’di. Gaudi’nin sanatsever tüccar Kont Guell için yaptığı malikane Palau Guell mimarın erken işlerinden olmasına karşın en güzel Modernisme örneklerinden birisi.
Binanın girişinde kentin sembollerinden ejderha San Jordi demir ile bükülmüş ama pamuklar gibi yumuşak kıvrımları ile karşılıyor misafirlerini. Evin tavan kubbesindeki delikler geceleri yıldızları evin içine çağırmak üzere yapılmış, ilginç bir ev burası. Palau Guell ile ünlenen Gaudi’nin yaptığı olağanüstü eserlerle Barselona’ya o kadar büyük bir katkısı olmuş ki Barselona demek Gaudi demek, Gaudi demek de Barselona demek.
La Rambla’nın sol tarafına geçip Madrid’deki Plaza Mayor’dan esinlenerek yapılmış Plaça Reial’e uğruyorum. Palmiye ağaçları, Gaudi’nin gençlik yıllarında tasarladığı neoklasik ferforje lambalarla süslü cıvıl cıvıl bu meydan; flamengo barları, restoranlarıyla akşamları kentin en güzel mekânlarından birisi. Akşam düzenlenecek Flamengo gösterisinin biletlerini Tarantos Cafe’den alıp La Rambla’ya geri dönüyorum.
Rönesans abidesi opera binası, Gran Teatre Del Licue ve Liceu Metro durağındaki Juan miro mozaği yol boyunca karşılaştığım ilgi çekici yapılardan sadece birkaçı. La Rambla, Kristof Kolomb’un Amerika kıtasını keşfi sonrasında Barselona’yı ziyaret edişi anısına dikilen devasa Kolomb heykeli ile sonlanıyor. Monument a Colom üstünde Kolomb’un ilginç bir heykeli var. Bu heykelde Kolomb parmağıyla sanılanın aksine Amerika’yı değil memleketi Genova’yı işaret ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder