23 Nisan 2019 Salı

Adriyatik in incisi Dubrovnik

Tertemiz denizi, yemyeşil doğası, Ortaçağ’dan miras kalan tarihi dokusuyla Dubrovnik tatilcilerin yeni gözdesine dönüştü.

Bu yaz Ege Akdeniz’e gitmek yerine Dubrovnik’e gitmeye karar verdim. Amacım Adriyatik’in incisi olan bu kentte hem deniz keyfi çıkarmak hem de yeni bir kültür ile tanışmaktı. Tarihi kentin birkaç kilometre uzaklıktaki Lapad yarımadasındaki bir otele rezervasyon yaptırdım. Dolmuşlarla kısa bir sürede Eski Şehir’e (Old Town) ulaştım. Turuncu renkli çatıları saran şehrin surları 15 yüzyılda Osmanlı’ya karşı şehri savunmak için yapılmış, bu kentte sanki zaman durmuş, Ortaçağ’da gibiyim.

Dubrovnik sanılanın aksine Osmanlı tarafından alınmamış, Hırvatlar Osmanlı’ya yalnızca vergi vermişler. İki kilometrelik şehrin duvarına saklanan Dubrovikliler Venedik ve Osmanlı arasında politika yaparak bir çeşit casusluk faaliyetleri göstermiş. Teleferik’le kentin panoramik manzarası izlemek güzel olsa da pahalı bir seçenek, kişi başı 20 euro! Alternatif olarak Eski Kent Merkezine giden otoyolun tepesinde bir foto molası verebilirsin zira bu noktada Dubrovnik ayaklarınız altına oluyor.
Eski şehri ikiye bölen ana caddesi Stradun boyunca ilerliyorum. Dubrovnik’nin yaşamında, mutfağında İtalyan etkisi hissediyor.  Pizza satan küçük pizzeria dükkanları burada çok yaygın. Stradun kelimesi de İtalyanca geniş cadde anlamına geliyor. Cadde Pile Kapısı’ndan adalara giden tekne turların kalktığı limana kadar uzuyor. Tarihi surlar içindeki Old Town yılda üç milyon turist ağırlıyor, gündüzleri cruiselerle gelen günübirlik turistlerin akınına uğruyor. Günübirlikçiler birkaç foto çektirip rotalarındaki bir sonraki durağa koşar adım gidiyorlar. Ortalık sessizleşince etraf sadece yazlıkçılara kalıyor, şehrin gerçek anlamda tadına varıyorsun.

Stradun’un başında 15.yüzyılda yapılan Büyük Onoforio Çeşmesi var. Çeşme Dubrovnik şehrinden uzakta inşa edilmiş ve inşası bitince şehrin ortasına taşınmış.
Bu çeşmenin yanındaki Fransisken Manastır’nın içinde Avrupa’nın en eski eczanesi yer alıyor. Manastırın avlusundaki zeytin ağaçları altında biraz soluklanıyorum.
Stradun Caddesine bağlanan ara sokaklarda bir birçok kafe, bar, dükkân var. Labirenti andıran sokaklarda kaybolmak keyif verici.
Hırvatlar Türk insanına yakın bir millet, Sıla, Ezel gibi Türk dizileri izleniyor. Dükkanlar, restoranların önünde turist avcısı gelgelci Hırvatları görünce bir an acaba Türkiye ’demiyim diyorum. Ama fiyatlar Türkiye gibi değil, Hırvatlar Euro’ya geçince hayat pahalılaşmış.
Birkaç dakika sonra Luza meydanındayım. Eski pazar alanı olan bu meydanın Çan Kulesi üzerinde yükseliyor. Meydan’daki sütün dikkatimi çekiyor. Efsane bir Frank şövalyesi olan Ronald’a adını alan bu sütun yüzyıllardır bu meydanda yer alıyor ama kent tarihliyle hiçbir alakası olmayan bu şövalyenin isminin sütuna verilmesi oldukça tuhaf.
Kuzey yönünde ilerlediğimde Gotik ve Rönesans esintileri taşıyan Sponza Sarayı ve Dominik Manastırı görülmeye değer adresler. Meydanın güneyinde ise güzel kubbesiyle katedral ve bir zamanlar kentin yönetildiği Rektör Sarayı yer alıyor.
Luza meydanın bir taş atım uzaklığında ufak bir meydan daha var: Gunduliceva meydanı Osmanlı’ya karşı zafer kazanan Hırvatlara övgüler düzen şair Ivan Gundulić heykeli  bu meydanı süslüyor.

Eski Şehrin karşısndaki bir kayanın üstüne kurulu Lovrijenac Kalesi yüzyıllara meydan okurcasına karşımda yükseliyor. Lovrijenac’in ihtişamı filmcilerin de dikkatinden kaçmamış, Game of Thrones’un bazı önemli sahneleri burada çekilmiş.
İstiridye cenneti Dubrovnik’e gelmişken bu lezzeti tatmadan dönmek olmaz, bunun için Gunduliceva meydanındaki mütevazı restoran Kamenica biçilmiş kaftan. Kamenica Hırvatça istiridye anlamı geliyor, istiridye genelde şampanya ile içilse de Hırvatlar bu lezzeti sert lager tarzı biralarla tadıyorlar. Onlara uyup bira ve istiridye alıyorum, istiridye çok taze, biraya yakışıyor fakat bizim damak tadımızın biraz uzağında bir lezzet.

Bir başka yöresel yemek olan siyah risottoyu deniyorum. Mürekkep balığının mürekkebi pirince güzel bir tat katmış. Dubrovnik’te yediklerim deniz ürünlerini belli bir düzeyde ama Barselona’da yediklerimle kıyasladığımda, Hırvatlar İspanyolların biraz gölgesinde kalıyor. Yemekten sonra şehrin tarih kokan sokaklarında kısa bir yürüyüş yapıp, Pile kapısındaki tarihi Dubravka 1836 kafesinde İtalyan gelatoları andıran ev yapımı dondurmalarıyla damaklarını şenlendirebilirsiniz.
Hırvatlar doğayı çok iyi korumuş, Lapad yarımadasındaki otelin önünden denize girilebiliyor ama ben Dubrovnik’in dünyaca ünlü adalarını merak ediyorum, limandan adalara giden teknelerden birine atlıyorum.

Dubrovnik yanıbaşında  irili ufaklı on üç ada var ama bu adaların sadece üç tanesine yerleşim var. Güzel kumsallar, sakin koylar, tarihi evler, yemyeşil bir doğayla içiçe olan elafiti adaları yolculuğum ilk durağı Lopud Adası.

İstanbul’daki adalar gibi bu adalara da araba girmiyor, doğa ile iç içesiniz. Altın renkli Sunj plajında güneşlenip masmavi denizin keyfini çıkarıyorum. Bir sonraki durağım ise adaların en büyüğü Sipan. Geçmişe meydan okuyan bir yazlız saray ve ardında bir kilise ziyaretçileri karşılıyor. Sipan’ın masmavi koyları en az Bodrum koyları kadar güzel.


Son durağım ise Dubrovnik’e en yakın ada olan  Kolocep. Çam ormanları içindeki taş evleri, kumsal plajıyla Eski Kent’teki turist kalabalığından uzak, dingin bir diğer ada.
 

Gün bitimiyle beraber tur teknesi Dubrovnik limanına yanaşıyor. Sahildeki  Posklisar’da bir yemek molası veriyorum. Dubrovnik limanına bakan restoranın ambiyansı hafızada iz bırakacak cinsten. Mekânın deniz ürünleri ağırlıklı bir mönüsü var. Başlangıç olarak yörenin dillere destan Dalmaçya usulü balık çorbasını denemek istiyorum.

Midye, balık, domates ve sebzeler ile hazırlanan çorba sınıfı geçiyor. Ana yemek olarak Poklisar’ın spesiyali Dalmaçya sebzeleri yatağında lipsozu ısmarlıyorum. Hoş bir sunumda gelen balık karnınızdan evvel gözünüzü doyuruyor. Olağanüstü bir lezzetli değil ama Poklisar’ın kavındaki Hırvat şaraplarıyla eşleştirildiğinde güzel bir uyum yakalanabilir.



3 yorum:

Özer Epoksi Blog dedi ki...

güzel bir yazı açıklayıcı bilgiler teşekkürler özerepoksi

Unknown dedi ki...

Alper yazını çok beğendim. Ben de www.gezginstar.com üzerinde Dubrovnik ve hayat pahalılığı ile ilgili bir yazı paylaştım.

alper öztoprak dedi ki...

Teşekkürler, siz de güzel bir blog yapmışsınız.