Michelin yıldızlı lezzet şöleninden sonra kent merkezindeki tek yel değirmeni görmeye gidiyorum. On dakikalık bir tramvay yolculuğunun ardından De Gooyer değirmeni karşımda yükseliyor. De Gooyer’in yanında brouwerij 't ij birahanesi var, burası kendi biralarını imal eden gerçek bir birahane.
Bir sonraki durağım ise Plantage bölgesi. Bu bölgede Botanik bahçesi (Hortus Botanicius) ve Artis yer alıyor. Artis hayvanat bahçesi, akvaryum ve jeoloji müzesini barındıran çocukların gözdesi bir mekân. Az ilerdeki denizcilik müzesi Scheepvaartmuseum’un önündeki güzel bir gemi dikkatimi çekiyor. Rıhtıma demirlenmiş olan bu gemi Doğu Hindistan Kumpanyasının 18. yüzyıldaki Amsterdam gemisinin bir replikası.
Valkenburgerstraat boyunca ilerleyince ikinci el giysilerin satıldığı Waterlooplein’a ulaşıyorum, birkaç adım ilerde ise kanallar Amstel nehrine kavuşuyor. Amsterdamlılar Amstel nehrini köprülerle süslemişler. Köprülerin en güzeli Paris’teki Alexander köprüsüne benzeyen Blauwburg olsa da kent halkı en çok ahşaptan yapılmış Sıska köprüyü (Magere Brug) seviyor.
Valkenburgerstraat boyunca ilerleyince ikinci el giysilerin satıldığı Waterlooplein’a ulaşıyorum, birkaç adım ilerde ise kanallar Amstel nehrine kavuşuyor. Amsterdamlılar Amstel nehrini köprülerle süslemişler. Köprülerin en güzeli Paris’teki Alexander köprüsüne benzeyen Blauwburg olsa da kent halkı en çok ahşaptan yapılmış Sıska köprüyü (Magere Brug) seviyor.
Amsterdam Avrupa’nın en güzel şehirlerinden biri. Kenti sarmalayan kanallar yaşam sahnesinden roller dağıtıyor sanki insanlara, kanalların üzerindeki onlarca köprü ise yaşam sahnesinde karşılaşanları birbirine bağlıyor adeta. Amsterdam ziyaretçilerine birçok alternatif sunuyor. Kanallarda romantik bir tur yapmak, sanatsal şaheserlerle ufkunuzu aşmak ya da özgürlükleri sınırsız yaşamak ta mümkün bu şehirde. Seçim size kalmış!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder