1 nolu
otobüsle 15 dakikada kent merkezine gitmek mümkün. Otobüse atlayıp şehri keşfe
başlıyorum. Cadde boyu ilerlediğimde
solumda Minsk stadı, stadın az ilerisinde Zamok alışveriş merkezi yer alıyor.
Minsk’te Colins gibi Türk markaların olduğu birkaç alışveriş merkezi var,
giyecek fiyatları Türkiye’ye kıyasla pahalı.
Yolun devamında ise bir casino var. Kentte casinoların çok yaygın ve
birçoğunu Türkler işletiyor.
Merkez gitmeden
yolumun üstündeki Savaş Müzesine uğramak istiyorum. Sovyet Kızıl Ordu
tarafından1944’de kurtarılan Belarus’lular bir müze yaparak bu olayı destanlaştırmışlar.
II. Dünya Savaşına ve Belarus tarihine meraklıysanız bu müze ilgi çekici
olabilir.
Geçmişte Rusların kalesi olan Belarus’ta günümüzde de Rus etkisi devam ediyor. Merkel bir toplantıda Belarus Cumhurbaşkanı Avrupa Birliğine sizi alabiliriz dediğinde Putin’in kahkahası bunu gözler önüne sermişti. Müzenin önündeki orak çekişli bayrak, yol boyu gördüğüm binalardaki Kızıl Yıldız armaları, sanki bir Rus kentindeyim.
Geçmişte Rusların kalesi olan Belarus’ta günümüzde de Rus etkisi devam ediyor. Merkel bir toplantıda Belarus Cumhurbaşkanı Avrupa Birliğine sizi alabiliriz dediğinde Putin’in kahkahası bunu gözler önüne sermişti. Müzenin önündeki orak çekişli bayrak, yol boyu gördüğüm binalardaki Kızıl Yıldız armaları, sanki bir Rus kentindeyim.
Hava sıcak etrafta parklar var ama yeşillik ağaçtan çok çimen
olunca ferahlayacak bir gölge bulmak zorlaşıyor. Svisloch Nehri kıyısı boyunca
ilerlemeye devam ediyorum, Az ilerde karşıma küçük bir ada çıkıyor.
Sovyet- Afganistan Savaş’ında ölen askerlerin
anısına bir heykelin yer aldığı bu ada Gözyaşları Adası olarak anılıyor. Adanın hemen karşısında büyük bir residans var.
Minsk’in en pahalı daireleri buradaymış, burada yaşamak Belarus’lular için başlı
başına bir prestijmiş, bu sevimsiz binanın beni pek cezbetmiyor.
Bir sonraki durağım ise kentin kalbinin attığı Nemiga. Solumda Minsk’in en eski kilisesi Aziz Peter ve Paul Kilisesi var. 17.yüzyılda inşa edilmiş, yakın zamanda da restorasyonu yapılarak ikiz kuleler eklenmiş bu kilisenin bulunduğu meydan her daim cıvıl cıvıl. Kilisenin önümdeki meydanda Belarus, Rus folklorik kıyafetleri giymiş kızlar gösteri yapıyor, etraf bir festival alanı gibi, sorduğumda Belarus-Rus kardeşlik günü kutlamaların içinde olduğumu öğreniyorum.
Beş dakikalık bir
yürüyüşün ardından kentin ana caddesi Praspiekt Niezalieznasci nam-ı diğer
Bağımsızlık caddesindeyim. Simon and Helena Kilisesinden
modern mimarinin bir yansıması olan Ulusal Kütüphaneye uzanan on beş
kilometrelik devasa bir bulvar burası. Sağımdaki Rus kentlerinin klasiği Gum
binası ilgi çekici. Civarda kediseverler için bir kedi müzesi de var, kediseverlere
duyrulur! Caddeden yukarı yönde ilerlediğimde Sirk binasına varıyorum. Sirke gitmek Minsk’lilerin vazgeçemediği bir alışkanlık, belki de şehrin
en güzel mimarili binasında düzenlenen sirklere günler öncesinde bilet ayırtmak
gerekiyor.
Askeri müzenin önünden
geçerek Gorki Park’a varıyorum. Etrafı dolaşmaya başladığımda tam bir hayal
kırıklığına uğruyorum zira bu parkın Moskova’daki güzeller güzeli Gorki Park’la
sadece ismi aynı, ambiyans ise gece gündüz kadar farklı.
Bir sonraki durağım ise
Zafer Meydanı. Meydanın ortasındaki granit anıtın tepesinde üç metrelik Sovyet Şeref Madalyası Heykeli yer alıyor. Dikilitaş Belarus’a ait ulusal figürlere süslenmiş. Sekizgen bir kaide üzerinde yer alan anıtın etrafında savaştaki dört cepheyi sembolize eden dört adet bronzdan yapılmış çelenk yer alıyor. Anıtın önündeki ateş 1961 yılında yakılmış ve hiç sönmeden günümüze kadar gelmiş.
Bu sefer Praspiekt
Niezalieznasci’yi Simon and Helena Kilise’sine
doğru arşınlama başlıyorum. KGB binası soğuk dış cephesiyle karşımda belirliyor.
Yolun devamındaki postane binasının mimarisi görülmeye değer.
Postanenin sağındaki meydanda Simon and Helena kilisesi güzel mimarisiyle
meydanı süslüyor. Sanılanın aksine bu kilise tarihi bir kilise değil. Meydanın
altında küçük bir AVM var. AVM havalandırması yetersiz olsa da sıcak yaz
günlerinde düşünülebilir zira etrafta gölgesine sığınacağınız ağaçlar yok.
Üniversitelerlerin kampusu olan Oktyabrskaya
kentin. Caddelerde ilginç graffitilerle süslü bu bohem bir semti sokaklarnda bir süre vakit
geçirdikten sonra hava kararmaya başlıyor. Gece hayatı bir hayli hareketli, rich
cat gibi yerler turist tuzağı ulitsa
zybitskaya daki öğrenci barlarında bir şeyler içip ardından Svisloch Nehrini
seyre dalmak en iyisi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder