8 Nisan 2020 Çarşamba

Belarus’un başkenti Minsk’e yolculuk

Bir yaz sabahı Belarus’un başkenti Minsk’teyim. Kent merkezin on km uzağındaki otelimden önündeki bir otobüse atlayıp şehri keşfe başlıyorum. Minsk’te toplu ulaşım araçları Ukrayna gibi eski değil, duraklarda otobüslerin ne zaman gereğini gösteren tabelalar var. Geniş bulvarları olan düzenli bir kent burası. Minsk turistlik bir şehir değil. Kenti gezmek için yarım gün yeterli. Belarus Türk vatandaşlarından vize istemiyor ama sağlık sigorta yaptırmak zorunlu. Havalimanında kolaylıkla sigorta yaptırabiliyorsunuz.    

1 nolu otobüsle 15 dakikada kent merkezine gitmek mümkün. Otobüse atlayıp şehri keşfe başlıyorum.  Cadde boyu ilerlediğimde solumda Minsk stadı, stadın az ilerisinde Zamok alışveriş merkezi yer alıyor. Minsk’te Colins gibi Türk markaların olduğu birkaç alışveriş merkezi var, giyecek fiyatları Türkiye’ye kıyasla pahalı.  Yolun devamında ise bir casino var. Kentte casinoların çok yaygın ve birçoğunu Türkler işletiyor.
Merkez gitmeden yolumun üstündeki Savaş Müzesine uğramak istiyorum. Sovyet Kızıl Ordu tarafından1944’de kurtarılan Belarus’lular bir müze yaparak bu olayı destanlaştırmışlar. II. Dünya Savaşına ve Belarus tarihine meraklıysanız bu müze ilgi çekici olabilir.

Geçmişte Rusların kalesi olan Belarus’ta günümüzde de Rus etkisi devam ediyor. Merkel bir toplantıda Belarus Cumhurbaşkanı Avrupa Birliğine sizi alabiliriz dediğinde Putin’in kahkahası bunu gözler önüne sermişti. Müzenin önündeki orak çekişli bayrak, yol boyu gördüğüm binalardaki Kızıl Yıldız armaları, sanki bir Rus kentindeyim.

Hava sıcak etrafta parklar var ama yeşillik ağaçtan çok çimen olunca ferahlayacak bir gölge bulmak zorlaşıyor. Svisloch Nehri kıyısı boyunca ilerlemeye devam ediyorum, Az ilerde karşıma küçük bir ada çıkıyor. 
 
Sovyet- Afganistan Savaş’ında ölen askerlerin anısına bir heykelin yer aldığı bu ada Gözyaşları Adası olarak anılıyor.  Adanın hemen karşısında büyük bir residans var. Minsk’in en pahalı daireleri buradaymış, burada yaşamak Belarus’lular için başlı başına bir prestijmiş, bu sevimsiz binanın beni pek cezbetmiyor.

Bir sonraki durağım ise kentin kalbinin attığı Nemiga. Solumda Minsk’in en eski kilisesi Aziz Peter ve Paul Kilisesi var. 17.yüzyılda inşa edilmiş, yakın zamanda da restorasyonu yapılarak  ikiz kuleler eklenmiş bu  kilisenin  bulunduğu meydan her daim cıvıl cıvıl. Kilisenin önümdeki meydanda Belarus, Rus folklorik kıyafetleri giymiş kızlar gösteri yapıyor, etraf bir festival alanı gibi, sorduğumda Belarus-Rus kardeşlik günü kutlamaların içinde olduğumu öğreniyorum. 

 
 
Beş dakikalık bir yürüyüşün ardından kentin ana caddesi Praspiekt Niezalieznasci nam-ı diğer Bağımsızlık caddesindeyim. Simon and Helena Kilisesinden modern mimarinin bir yansıması olan Ulusal Kütüphaneye uzanan on beş kilometrelik devasa bir bulvar burası. Sağımdaki Rus kentlerinin klasiği Gum binası ilgi çekici. Civarda kediseverler için bir kedi müzesi de var, kediseverlere duyrulur! Caddeden yukarı yönde ilerlediğimde Sirk binasına varıyorum. Sirke gitmek Minsk’lilerin vazgeçemediği bir alışkanlık, belki de şehrin en güzel mimarili binasında düzenlenen sirklere günler öncesinde bilet ayırtmak gerekiyor.
Askeri müzenin önünden geçerek Gorki Park’a varıyorum. Etrafı dolaşmaya başladığımda tam bir hayal kırıklığına uğruyorum zira bu parkın Moskova’daki güzeller güzeli Gorki Park’la sadece ismi aynı, ambiyans ise gece gündüz kadar farklı.
Bir sonraki durağım ise Zafer Meydanı. Meydanın ortasındaki granit anıtın tepesinde üç metrelik 
 Sovyet Şeref Madalyası Heykeli yer alıyor. Dikilitaş Belarus’a ait ulusal figürlere süslenmiş. Sekizgen bir kaide üzerinde yer alan anıtın etrafında savaştaki dört cepheyi sembolize  eden dört adet bronzdan yapılmış çelenk yer alıyor. Anıtın önündeki ateş 1961 yılında yakılmış ve hiç sönmeden günümüze kadar gelmiş.

Bu sefer Praspiekt Niezalieznasci’yi Simon and Helena Kilise’sine doğru arşınlama başlıyorum. KGB binası soğuk dış cephesiyle karşımda belirliyor. Yolun devamındaki postane binasının mimarisi görülmeye değer. Postanenin sağındaki meydanda Simon and Helena kilisesi güzel mimarisiyle meydanı süslüyor. Sanılanın aksine bu kilise tarihi bir kilise değil. Meydanın altında küçük bir AVM var. AVM havalandırması yetersiz olsa da sıcak yaz günlerinde düşünülebilir zira etrafta gölgesine sığınacağınız ağaçlar yok.
Beş dakikalık bir yürüyüşün ardından şehrin kapıların yer aldığı meydandayım. Minsk Tren Garı’nın olduğu meydan gündüzleri kentin en hareketli yeri. Tren Garı’nın karşındaki şehrin kapılarını selamlayıp Graffitileriyle ünlü  Oktyabrskaya caddesine doğru yola koyuluyorum.

Üniversitelerlerin kampusu olan Oktyabrskaya kentin. Caddelerde ilginç graffitilerle süslü  bu bohem bir semti sokaklarnda bir süre vakit geçirdikten sonra hava kararmaya başlıyor. Gece hayatı bir hayli hareketli, rich cat gibi yerler turist tuzağı  ulitsa zybitskaya daki öğrenci barlarında bir şeyler içip ardından Svisloch Nehrini seyre dalmak en iyisi.

Hiç yorum yok: