8 Ocak 2017 Pazar

Osmanlı’nın Batıda Dayandığı Son Kapı: Viyana

Avrupa’nın ortasındaki bu kentin ismi söylendiğinde Türklerin aklına ilk gelen Kanuni Sultan Süleyman ikincisi Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, burası Osmanlı için bir türlü alınamayan bir kale, Osmanlı’nın batıda dayandığı son kapı, dünya içinse bu şehir klasik müziğin başkenti.  


Bir sonbahar günü klasik müziğin başkenti Viyana’dayım.  Kenti alışveriş caddesi Mariahilfer Strasse yakınlarındaki otelimden ayrılıp şehri keşfe başlıyorum. Tuna kıyısındaki bu kentte yerleşim bölgeleri içi içe iki daire olacak şekilde planlanmış. Şehir sınırlarını çizen bu daire biçimdeki caddelere ring olarak adlandırılıyor.  Gezilecek yerlerin çoğu iç ringte, dış ringte dolaşmak  ise akşamları pek tekin değil. Viyana  ulaşımda Avrupa’nın en pahalı kentlerinden birisi , metro biletleri 2 euro.


Mariahilfer Strasse boyunca ilerleyerek MuseumsQuartier’a ulaşıyorum.  Viyana’nın  kültürel kalbi olan bu bölge burası. Bir zamanlar Habsurg Imparatorluğunun barok tarzı binalar bugün dünyanın en büyük müze komplekslerinde birisine dönüşmüş durumda. Museumsquartier’ın karşısındaki  Güzel Sanatlar müzesi antik çağlardan günümüze uzanan etkileyici bir sanat koleksiyonuna sahip.

Birkaç dakika sonra Viyana kapılarına dayanan Merzifonlu’nun çadırının kurduğu Sankt Ulrichs meydanındayım. Az ilerimde ise soyluların gittiği İmparatorluk tiyatrosu Burgtheater’a bir cevap olarak açılan Volkstheater nam-ı diğer halk tiyatrosu yer alıyor.
 
İmparator I. Franz Joseph eski kenti çevreleyen Ortaçağ kalelerini yıkıp Ringstrasse dev yapılar inşa ederek Viyana’da bir imparatorluk çehresi kazanmayı amaçlamış. Birçok tarihi binanın birbiri ardına dizildiği, dünyanın en güzel bulvarlarından bir olan Ringstrasse boyunca ilerlemeye başlıyorum. Yunan mimarisinin bir yansıması olan Parlamento Binası’nı ve Yeni Belediye Sarayı’nın neo-gotik kulelerini selamlıyorum. Sağımda Burgtheater devamında Viyana Üniversitesi, onun arkasında ise ikiz kuleleriyle Votivkirche yükseliyor.

 
Öğrencilerin yoğun olduğu bu bölgede kafeler cıvıl cıvıl. Bu bölgede yer alan Freyung Pasajı uğramaya değer güzel adreslerden birisi. Bir öğrenci kafesinden bir kahve molasının ardından Hofburg Sarayına doğru yola koyuluyorum.  Yüzyıllar boyu Habsurg İmparatorluğa ev sahibiyle yapan bu kışlık sarayda imparatorluğun ihtişamı gözler önüne seriliyor.  Kentin biraz dışında kalan yazlık saray Schönbrunn Sarayı’da Hofburg gibi uğramaya değer bir başka adres.
Bir sonraki durağım ise Ortaçağ mimarisinin olağanüstü bir yansıması olan bir katedral: Stephansdom. Katedrale baktığımda Osmanlı’nın Viyana kuşatmasında izler görmek mümkün zira kilisenin doğu tarafındaki bir heykelde St. Francis elinde bayrak, ayaklarının altında Osmanlı akıcısını alarak Viyana Kuşatmalarında, Avusturyalıların zaferini simgeliyor ayrıca kilisede yer alan devasa çan da Osmanlı’nın bıraktığı kalma silah ve toplar eritilerek yapılmış. Stephansdom karşındaki veba anıtı 17. yüzyıldaki veba salgınındaki ölenlerin anısı yaşatılmış.
 
Öğlen yemeği için Dom Beisl’de  bir mola vermek istiyorum. Dom Beisl’in küçük bir salonu var, burada ambiyanstan çok yemeklerdeki mükemmelik anlayışı ön planda. Şef Dom Beisl’de bir Michelin yıldızı kazanarak başarılarını taçlandırmış.
Başlangıç olarak somon alıyorum, ardından sofraya avokadolu bir steak tartar teşrif ediyor. İkisi de başarılı. Ana yemek olarak tavuklu rissoto ısmarlıyorum. Yemeği mus şokola ile noktalıyorum, Belçika çikolatasıyla hazırlamışlar. Güzel bir tatlı ama Dom Beisl’e mus şokolayı  daha kaliteli bir çikolatayla  yapmak yakışırdı. Viyana pahalı bir kent, Dom Beisl’de ise fiyatlar yüzünüzü gülderecek cinsten.  Alakart’ta kişi başı elli Euro’ya çıkılırken, öğlenleri yirmibeş Euro’luk mönüleri var.


Yemek sonrası Graben caddesinde kısa bir yürüyüş yapıyorum. Graben caddesinde sokak müzisyenleri soğuğa aldırış etmeden müziklerini icra ediyorlar. Beş dakikalık bir yürüyüş sonrası ünlü Opera binasındayım.  Mozart’ın Don Giovanni’si ile perdelerini açan neo-rönesans mimarili yapının trajik bir öyküsü var.  İmparator Franz Joseph opera binasını tren garına benzetince yapının mimarı bu üzüntüye dayanamayıp intihar etmiş. Siz yine Franz Joseph’e  bakmayın bir opera  bileti alıp içerinin görkemini yaşayın.

Kahve Viyana kültürünün önemli bir parçası, Avusturyalıları ise kahve ile tanıştıran bizleriz zira Viyana kuşatmasında çekilirken bırakılan kahve çuvallarını uyanık Viyanalı Kolschitzky bulup kente ilk kahvehaneyi açmasaydı,  Avrupalı’nın kahve ile tanışması belki yüz yıl sonra olurdu.
 

Cafe Demel,  Café Sacher arasındaki tercihimi sachertorte tatlısı yemek için Sacher’den yana kullanıyorum. Sachertorte’nin ilginç bir hikâyesi var. Ünlü diplomat Metternich 19. yüzyılda, yabancı konuklara ikram etmek üzere mutfak ekibine çok özel bir tatlı yapılması talimatını vermiş. Aşçıbaşı ağır hasta olduğu için tatlıyı yapma işi onaltı yaşındaki çırak Franz Sacher’a düşmüş. Franz'ın yaptığı pasta konuklarca çok beğenilince, genç Franz kendi pastanesini açmaya karar vermiş. O gün bugündür Philharmoniker caddesindeki Sacher pastanesinde Franz’ın pastası sachertorte konuklara sunuluyor.

Krema ile sunulan kayısı marmelatlı, çikolatalı Sacher Torte’nin tadı bana pek olağanüstü gelmedi. Servisin kusursuzluğu ve mekânın şıklığı göz önüne alındığında pastaların fiyatının 5 Avro olması gayet makul. Kahve ve alkollü içkilerde de durum aynı. Viyana’nın dokusunu hissedip keyifle zaman geçirebileceğiniz Cafe Sacher’e uğramadan geçmeyin.
 
Karntner caddesini arşınlamaya başlıyorum, caddenin bir ucunda Stephansdom diğer ucunda kentin bir başka güzel kilisesi  Karlskirche yer alıyor.  Tanrının Viyana’yı 18. Yüzyılda binlerce kişinin canını alan veba salgının  kurtardığı için inşa edilen barok başyapıt kentin simgelerinden birisi.  Kilisenin  önündeki Otto Wagner Pavyonu süslemeleriyle göz kamaştırıyor. Karlskirche’e bir taş attım uzaklığındaki açık pazar Naschmarkt’ta ise sebze, meyve ve balık tezgâhları her daim kalabalık.
 
Bir sonraki durağım ise Stadpark.  Parkın ortasında vals kralı olarak dünyaya nam salan besteci Johann Strauss’un güzel bir heykeli yer alıyor. Heykelin önünde bir hatıra fotoğrafı çektirip Belvedere’ye doğru yola koyuluyorum.
 
Konsoloslukların yer aldığı bu bölgedeki bir ara sokakta soğan kubbeli bir kilise dikkatimi çekiyor. Rus Konsolosluğunun yanındaki bu kilise beni Viyana’dan St. Petersburg’a götürüyor.  Osmanlılar karşı zaferler kazanan Savoy Prensi Eugene İspanya Vesaret Savaşlarında aldığı ödülle yaptırdığı Belvedere Sarayı Viyana’ya gelen turistlerin uğrak yeri.
Viyana’ya gidip şnitzel yemeden dönmek olmaz. Viyana’da şnitzel yapan birçok restoran var ama yüz senelik şnitzelci Figlmüller bu konuda uzmanlaşmış mekânların en öne gidenlerinden.
Figlmüller ‘in şnitzeli ince, çıtır ve lezzetli, iki kişinin rahatlıkla doyabileceği büyüklükte. Şnitzel yanında sipariş ettiğim küçük tatlı patatesler, yeşil soğan ve rokadan oluşan kaliteli zeytinyağı ile hazırlanmış patates salatasının tadı hala damağımda.
 

Hiç yorum yok: