Bir sonbahar
günü klasik müziğin başkenti Viyana’dayım.
Kenti alışveriş caddesi Mariahilfer Strasse yakınlarındaki otelimden
ayrılıp şehri keşfe başlıyorum. Tuna kıyısındaki bu kentte yerleşim bölgeleri
içi içe iki daire olacak şekilde planlanmış. Şehir sınırlarını çizen bu daire biçimdeki
caddelere ring olarak adlandırılıyor. Gezilecek
yerlerin çoğu iç ringte, dış ringte dolaşmak
ise akşamları pek tekin değil. Viyana
ulaşımda Avrupa’nın en pahalı kentlerinden birisi , metro biletleri 2
euro.
Mariahilfer Strasse
boyunca ilerleyerek MuseumsQuartier’a ulaşıyorum. Viyana’nın kültürel kalbi olan bu bölge burası. Bir
zamanlar Habsurg Imparatorluğunun barok tarzı binalar bugün dünyanın en büyük
müze komplekslerinde birisine dönüşmüş durumda. Museumsquartier’ın karşısındaki
Güzel Sanatlar müzesi antik çağlardan
günümüze uzanan etkileyici bir sanat koleksiyonuna sahip.
Birkaç dakika
sonra Viyana kapılarına dayanan Merzifonlu’nun çadırının kurduğu Sankt Ulrichs
meydanındayım. Az ilerimde ise soyluların gittiği İmparatorluk tiyatrosu Burgtheater’a
bir cevap olarak açılan Volkstheater nam-ı diğer halk tiyatrosu yer alıyor.
Öğrencilerin
yoğun olduğu bu bölgede kafeler cıvıl cıvıl. Bu bölgede yer alan Freyung Pasajı
uğramaya değer güzel adreslerden birisi. Bir öğrenci kafesinden bir kahve
molasının ardından Hofburg Sarayına doğru yola koyuluyorum. Yüzyıllar boyu Habsurg İmparatorluğa ev
sahibiyle yapan bu kışlık sarayda imparatorluğun ihtişamı gözler önüne
seriliyor. Kentin biraz dışında kalan
yazlık saray Schönbrunn Sarayı’da Hofburg gibi uğramaya değer bir başka adres.
Bir sonraki
durağım ise Ortaçağ
mimarisinin olağanüstü bir yansıması olan bir katedral: Stephansdom.
Katedrale baktığımda Osmanlı’nın Viyana kuşatmasında izler görmek mümkün zira kilisenin
doğu tarafındaki bir heykelde St. Francis elinde bayrak, ayaklarının altında
Osmanlı akıcısını alarak Viyana Kuşatmalarında, Avusturyalıların zaferini simgeliyor
ayrıca kilisede yer alan devasa çan da Osmanlı’nın bıraktığı kalma silah ve
toplar eritilerek yapılmış. Stephansdom karşındaki veba anıtı 17. yüzyıldaki
veba salgınındaki ölenlerin anısı yaşatılmış.
Öğlen
yemeği için Dom Beisl’de bir mola vermek
istiyorum. Dom Beisl’in küçük bir salonu var, burada ambiyanstan çok
yemeklerdeki mükemmelik anlayışı ön planda. Şef Dom Beisl’de bir Michelin
yıldızı kazanarak başarılarını taçlandırmış.
Başlangıç olarak somon alıyorum,
ardından sofraya avokadolu bir steak tartar teşrif ediyor. İkisi de başarılı.
Ana yemek olarak tavuklu rissoto ısmarlıyorum. Yemeği mus şokola ile
noktalıyorum, Belçika çikolatasıyla hazırlamışlar. Güzel bir tatlı ama Dom
Beisl’e mus şokolayı daha kaliteli bir
çikolatayla yapmak yakışırdı. Viyana
pahalı bir kent, Dom Beisl’de ise fiyatlar yüzünüzü gülderecek cinsten. Alakart’ta kişi başı elli Euro’ya çıkılırken,
öğlenleri yirmibeş Euro’luk mönüleri var.Yemek sonrası Graben caddesinde kısa bir yürüyüş yapıyorum. Graben caddesinde sokak müzisyenleri soğuğa aldırış etmeden müziklerini icra ediyorlar. Beş dakikalık bir yürüyüş sonrası ünlü Opera binasındayım. Mozart’ın Don Giovanni’si ile perdelerini açan neo-rönesans mimarili yapının trajik bir öyküsü var. İmparator Franz Joseph opera binasını tren garına benzetince yapının mimarı bu üzüntüye dayanamayıp intihar etmiş. Siz yine Franz Joseph’e bakmayın bir opera bileti alıp içerinin görkemini yaşayın.
Kahve Viyana kültürünün önemli bir parçası,
Avusturyalıları ise kahve ile tanıştıran bizleriz zira Viyana kuşatmasında
çekilirken bırakılan kahve çuvallarını uyanık Viyanalı Kolschitzky bulup kente
ilk kahvehaneyi açmasaydı, Avrupalı’nın
kahve ile tanışması belki yüz yıl sonra olurdu.
Cafe Demel, Café Sacher arasındaki tercihimi sachertorte tatlısı yemek için Sacher’den yana kullanıyorum. Sachertorte’nin ilginç bir hikâyesi var. Ünlü diplomat Metternich 19. yüzyılda, yabancı konuklara ikram etmek üzere mutfak ekibine çok özel bir tatlı yapılması talimatını vermiş. Aşçıbaşı ağır hasta olduğu için tatlıyı yapma işi onaltı yaşındaki çırak Franz Sacher’a düşmüş. Franz'ın yaptığı pasta konuklarca çok beğenilince, genç Franz kendi pastanesini açmaya karar vermiş. O gün bugündür Philharmoniker caddesindeki Sacher pastanesinde Franz’ın pastası sachertorte konuklara sunuluyor.
Krema ile sunulan kayısı marmelatlı, çikolatalı Sacher Torte’nin tadı bana pek olağanüstü gelmedi. Servisin kusursuzluğu ve mekânın şıklığı göz önüne alındığında pastaların fiyatının 5 Avro olması gayet makul. Kahve ve alkollü içkilerde de durum aynı. Viyana’nın dokusunu hissedip keyifle zaman geçirebileceğiniz Cafe Sacher’e uğramadan geçmeyin.
Karntner
caddesini arşınlamaya başlıyorum, caddenin bir ucunda Stephansdom diğer ucunda
kentin bir başka güzel kilisesi Karlskirche
yer alıyor. Tanrının Viyana’yı 18.
Yüzyılda binlerce kişinin canını alan veba salgının kurtardığı için inşa edilen barok başyapıt
kentin simgelerinden birisi. Kilisenin
önündeki Otto Wagner Pavyonu süslemeleriyle göz kamaştırıyor. Karlskirche’e
bir taş attım uzaklığındaki açık pazar Naschmarkt’ta ise sebze, meyve ve balık tezgâhları
her daim kalabalık.
Bir sonraki
durağım ise Stadpark. Parkın ortasında
vals kralı olarak dünyaya nam salan besteci Johann Strauss’un güzel bir heykeli
yer alıyor. Heykelin önünde bir hatıra fotoğrafı çektirip Belvedere’ye doğru
yola koyuluyorum.
Konsoloslukların yer aldığı bu bölgedeki bir ara sokakta soğan kubbeli bir
kilise dikkatimi çekiyor. Rus Konsolosluğunun yanındaki bu kilise beni Viyana’dan
St. Petersburg’a götürüyor. Osmanlılar
karşı zaferler kazanan Savoy Prensi Eugene İspanya Vesaret Savaşlarında aldığı
ödülle yaptırdığı Belvedere Sarayı Viyana’ya gelen turistlerin uğrak yeri.
Viyana’ya gidip
şnitzel yemeden dönmek olmaz. Viyana’da şnitzel yapan birçok restoran var ama
yüz senelik şnitzelci Figlmüller bu konuda uzmanlaşmış mekânların en öne
gidenlerinden.
Figlmüller ‘in şnitzeli
ince, çıtır ve lezzetli, iki kişinin rahatlıkla doyabileceği büyüklükte.
Şnitzel yanında sipariş ettiğim küçük tatlı patatesler, yeşil soğan ve rokadan
oluşan kaliteli zeytinyağı ile hazırlanmış patates salatasının tadı hala
damağımda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder