Meydana ulaştığımda tüm görkemiyle Mikhailovsky sarayı yüzyıllara meydan okuyor. Neo-klasik müzenin önünde ise dünyaca ünlü Rus şair Puşkin’in bir heykeli yer alıyor.
II. Nicholas’ın emriyle Rus müzesine dönüştürülen bu saray, 12. yüzyıldan kalma paha biçilmez dini ikonlardan tutun Kandinsky, Malevich gibi avangard sanatçıların tablolarına kadar birçok eseri barındıran sanatsal zenginliklerle dolu bir hazine.
Müzede Osmanlı-Rus ilişkilerini anlatan eserler de var. 17. Yüzyılda yapılan bir antlaşma gereği Türk egemenliğine geçmesi gereken Zaporojyalıların Osmanlı Sultanı IV. Mehmet'e alaycı bir mektup göndererek kafa tutmasını anlatan Ilya Repin’in ‘Türk Sultanına Mektup Yazan Zaporojya Kazakları’ tablosu müzedeki ilgi çekici eserlerden.
Büyük Katerina’nın elinden tahtı aldıktan sonra kraliçenin yandaşlarınca öldürülme korkusuyla kışlık sarayı terk eden Çar I. Paul’ün yaptırdığı Mikhailovsky kalesi bir sonraki durağım. Çarın korkusu ecele fayda etmemiş; zira kaledeki kırkıncı gününde kendi askerleri tarafından öldürülmüş. Kalenin bitişiğinde yer alan Mikhailovsky bahçesi romantik çiftlerin vazgeçemediği bir adres.
Mikhailovsky kalesini selamlayarak Fontanka nehri boyunca yoluma devam ediyorum. Sağımdaki Stalin döneminin ürkütücü yüzünü anlatan Requirem’in bestecisi Anna Ahmatova’nın yaşadığı Sheremetev Sarayı; sarayın yan sokağında ise khachapuri, satsivi gibi birbirinden güzel Gürcü yemeklerini uygun fiyatta tadabileceğiniz Lagidze adında bir restoran var.
Ertesi gün gittiğim bu küçük, sevimli bistroda ısmarladığım peynirli pide khachapuri sınıfı geçiyor. Gürcü mutfağının vazgeçilmezi ceviz, birçok yemekte cevizli soslar kullanılıyor. Ceviz sosunda tavuk satsivi es geçilmemesi gereken bir lezzet. Yemeğin ardından gelen 500 rublelik (13 Euro) hesap ise üzmüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder